Ahlakın Birlikte Çalışması

1-Ahlakın Birlikte Çalışması: Bıçak Kemikte Değil. Bıçağın İşi Bitti. Açık Yarayı İzliyoruz.                                               

Birlikte Çalışma Ahlakı[1] isimli çalışmanın (belki de haddimiz olmadan ancak tamamen samimi ve sahici hislerle) bir devam yahut cevap çalışması mahiyetinde kaleme aldığımız bu çalışmamızda temelde bireysel olarak ahlaki duruşumuzun artık bir araya gelip değişiklik yaratacak güce ulaşması gerekliliğini ortaya koymaya çalıştık. Bu ideal duruşun belki de en çok avukatlık mesleğine yakışacağı kanaatindeyim.

Yaş ilerledikçe insanların daha ağır ve ciddi olduklarını düşünürdüm.

Oysa beden yaşlansa da insan kendini hala genç hissetmeye devam etmekteymiş.

Ama yıpranan duygular ise işte o idealist düşünceler oluyormuş.

Ancak Faruk EREM gibi ruhların sözlerini okuduğumda onların yaşını başını bilmesem sanki yirmilerinde bir genç yazdı sanırdım.

İşte o yaşlardan bu yazıyı oluşturmaya çalıştık.

Sakallı Celal “Tanzimatı denedik olmadı, meşrutiyeti denedik olmadı, cumhuriyeti denedik olmadı, şimdi ciddiyeti denemeye ne dersiniz?” demekte ve biz bunu da denemeye çalıştık.[2]

İnkar

“Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!”

Mehmet Akif ERSOY

Necip Fazıl Kısakürek “Reis Bey” isimli eserinde hatalı bir idam kararı verdikten sonra vicdan muhasebesine giren eski ağır ceza mahkemesi başkanını yani reisi “Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz.” diye konuşturur.

Av. Prof. Faruk Erem “Adalet Psikolojisi” isimli eserinde mahkûmun psikolojisi için “İnkâr etmezse, intihar eder.” demektedir.

Bizce “İnkâr etmeyen ağlayabilir.”

Avukatlık öyle bir imkân/fırsat verir ki isterseniz zayıfın ama haklının davasında savaşıp hayatınızın yüce amacına ulaşmanın verdiği mutluluğu yaşarsınız ya da “para çıkmayacak işten para çıkarabilen ‘iyi’ avukattır” tanımlaması ile paraya odaklanırsınız. Ne yazık ki kazancın miktarına göre iyi ya da kötü avukat olduğunuza karar veren kocaman bir avukat kitlesi de vardır. “Kazanmak” isteyen o kitle etik yollardan sapıp farklı yollara tevessül edebilmektedir. Belki de bu sebeple “işçi avukat” kavramının doğduğu ve yaygınlaştığı şu yıllarda bu yazımız daha da anlamlıdır.

Elbette inkâr edecekler. Bir kısmı meslek kuralları yokmuş gibi davranacak, bir kısmı hem meslek kuralları hem avukatlık kanunu yokmuş gibi davranacaktır. Avukatlık kanunu tepelerine çökse barodaki “tanıdıkları” arayacaklar, adli sistemin devreye girmesi halinde ise yıllarca sürecek süreçte yine bir çare bulacaklardır.

Staj yapmak için büro arayan hukukçulara “bildiğiniz üzere burası bir ticarethane” diye başlayan tanıtımlar yapan “kıdemli” avukatlarımızın yanında bunu dile getirmeyen ama ruhen kendini bu düşünceye teslim etmişlerin dünyasında ayakta kalmaya çalışan genç hukukçulara ahlak dayatması mı yapacağız?

Ben Varım

Bizzat kendi hakları için meslektaşlarının karşısına dikilmeye başlayan ve “ben varım” demek zorunda kalan bir avukat vardır artık. Bu avukat artık yirmili yaşlarda bir genç de değildir.Otuzlu yaşlarını geçen genç avukatımız da “ben varım” demek zorunda kalmaktadır. Umudunu yitirmiş bir avukat, adalet kelimesini her duyduğunda “ya geçim?” diye düşünen ve hariçten gazel anlamına gelecek ve de üstelik hiç hak etmeyen ağızlardan duyulan adalet kavramı artık acı vermektedir.  Yıllarca iş hukuku alanında davalara bakıp da haklı nedenle iş yerinden ayrılan avukatın gözünün içine baka baka haklarını verilmeyeceği dile getirilen bir dünyada adalet bir ahlak cesedi değildir de nedir? Doğada adalet kavramı yoktur. Adalet kavramı biz insanların yarattığı yüce bir kavramdır ve insan ruhunda adalet öldü ise hayaletinden bahsetmeliyiz. Ban hayaletlere inanmam.

Barodan gelen geçmiş olsun mesajlarının haciz mahallinde saldırıya uğrayan meslektaşa değil de yanında çalıştığı avukata iletildiğini duyduğumda bu hal için ayrıca geçmiş olsun demek zorunda hissettim. Saldırıdan ziyade baronun bu tuhaf geçmiş olsun mesajı kırıcı olmuş ki bu sebepten istifa etmiş meslektaşım. Başka çare kalmamış ki istifa ile “ben varım” diyebilmiş. Bu olay baroların meslektaşlara bakış açısını da ortaya koymakta değil midir?

Avukatlık ofislerine ortak edilen “iş getiren” “tellalların”, “aracıların” meslektaşlara işverenlik yaptıkları yaygın bir gerçektir. Bu durum sebebi ile istifa ederek “ben varım” demeyi tercih eden pek çok meslektaş vardır. O tellallar, aracılar o işleri getirdikleri avukatları da bir tümör gibi sarmaktadır.

1950’li yıllarda seçime dair tahminler hangi partide kaç toprak ağası var bu sayılarak yapılırdı. Her toprak ağası en az birkaç köy “oy” demekti. Baro seçimlerinde istisnalar haricinde işveren avukatların merkez alınması ile 1950’li yıllar seçimleri arasında benzerlik yok mudur? Son yıllarda genç meslektaş sayısının artmış olması ile seçimlerde idealist bir ağırlık yaratmış belki de bu sayede bir nebze olsun mesleğe yönelik çabaların artmasını sağlamıştır.

Baroların “ben varım” diyen meslektaşlara dair çözümleri empatiden yoksun olup sürekli bir özellik taşımamaktadır. Bir tarihte stajyer avukat olduğunu ve çabaladığı günleri unutmuş olmak sanırım araca bindiği anda yaya olmayı unutmaktan daha da tuhaftır.

Acının Subjektifliği[3]

“cecin’est pas unepomme” tablosu  Rene Magritte’in eseridir.

Bir elma resminin altında “Bu bir elma değildir” yazmaktadır. Magritte gördüğümüzün bir elma değil, elmanın kâğıt üzerindeki bir şeklinin olduğunu, soyut bir temsili olduğunu vurgulamak istemiştir. Bu elma yenebilen; tatlı/ekşi sulu bir elma değil, sadece bir resim, bir simgedir.

“İmgelerin İhaneti” isimli tablo da (1928-1929) Belçikalı ressam RenéMagritte tarafından 30 yaşlarında iken hazırlanan seri tablolardan biridir. Bir pipo resminin altında “Cecin’est pas unepipe (Bu bir pipo değildir.)” yazmaktadır. Magritte’in bu tabloda da gördüğümüzün aslında bir pipo değil, piponun imgesi olduğunu, ne kadar gerçekçi olursa olsun gerçekten bir pipo olmadığını ama bu şeklin bir pipoyu temsil edebileceğini vurgulamıştır. Bu imge bir gerçeklik temsilcisi olabilir ama “gerçek” olamaz. İçi tütünle doldurulup; yakılıp; dumanı çekilebilecek bir pipo değildir.

Adalet mekanizması da mekanik biçimde işlemekte ve kâğıt üzerine yazılan hükümlerle bize suçluyu göstermektedir. Aslında bizler suçluyu/insanı değil bunların bir temsilini, simgesini görmekteyiz. Kâğıt üzerindeki elma ya da pipo gibi… Kanlı canlı her yönü ile insan yoktur o kâğıtta.

Çoğu zaman adalet mekanizması bize o kâğıt üzerinde verilen kararları gerçek diye anlatmaktadır. Ne kadar gerçek olup olmadığı ise yine başka kağıtlarla ortaya konmaktadır. Bazı davalarda üst mahkemelerin incelemesinden geçen ve onanan kararlar kâğıt üzerindeki elmanın gerçek bir elma olduğunu vurgulamaktan farklı mıdır?

Böyle işleyen bir adli sisteme ve yine o kağıtlara çekilen acıları anlatmak mümkün müdür? Tüm eğriliğe, tüm tuhaflıklara rağmen dik durmaya çalışan ve işi öğrenmekle sorunların çözebileceğini düşünen meslektaşlarımızın sıkıntılarını, o sıkıntılar kapımızı çalmazsa anlamayacak mıyız? Kant’ın “kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” biçimindeki ahlak yasasının dile getirilmesinin gerektiği bir ortamda zaten çökmüş bir ahlakla karşı karşıya olduğumuzu görmüyor musunuz? Adalet ve onun yanında ahlak avukatlara da ihanet etmektedir.

Barolar ve Ahlaki Manifesto İle Ruh

Temelde bireysel olarak ahlaki duruşumuzun artık bir araya gelip değişiklik yaratacak güce ulaşması gerekliliği açıktır. Faruk Erem bunun canlı ve belki de en son sahici örneğidir.

Başkan olduğu tarihte “maaşla yapılmaz bu iş gönüllülük esası ile yapılır” demiş, meslek kurallarını yazmış, avukatın duruşuna değil hukukçunun duruşuna odaklanmıştır. Erem “Adliye işlerinde kardeşlik vardır” demiş ve hedefin adalet olduğunu anlatmıştır. Bu kaybolan ruhtur.

Biz ise artık adalet, hukuk gibi kelimelerin her geçtiği yerde artık zırvalar olduğunu, samimiyetsiz, çıkarcı ve hesapçı fikir zincirinin olduğunu düşünüyoruz.

Herkesin dilinde bir adalet kelimesi dolaşıyor. Ama artık Türkiye’de adalet isimli bir ceset dolaşıyor. Bu cesedi gömüp, adalet umudunun hayaletini dolaştırmalıyız. Bu hayalete inanabilirim. Bu hayalete beden yapabiliriz. Bu bedenin inşasını barolar başlatabilir.

Bu dinamik güç, heyecan, gerekirse kendini vakfetme kudreti barolardaki idealist ama gerçekçi avukatlarda vardır. En deforme bile içinde bir yüce adalet duygusu pırıltısı taşır. Barolar sadece bir meslek kuruluşu değildir. Mustafa Kemal’in avukatlık kanununu Cumhuriyetin ilk kanunları arasında düşünmesinin sebebi vardır.

Avukatlar toplumun bağışıklık hücresidir. Sormalıyız, daha devlet farkına varmadan terör örgütlerine karşı avukatlar dava açmamış mıdır?

Bu dinamik güç, eğitimi, seyahat edebilen ve okumaya zaman ayırabilecek mali gücü, cesareti ve mücadele ruhu ile neyi başaramaz? Hiçbir mesleğin ulaşamadığı tüm ayrıntılara odaklanabilen bir meslek bu.

Misal bir haksız otopark meselesinden tutun da haksız bir vergiye, ordan hava kirliliği yaratan bir fabrikaya yahut bir çocuğun korunmasından, bir kadının kurtarılmasına hayatın her alanına yayılan ve her sokakta gezen, her şeyi gören birer adalet bekçisi gibi dolaşan avukatlar değil midir?

Popüler kültürün ve üçüncü sınıf dizi/film senaryolarının akıl dışı ve ahlaksız “avukat” tiplemelerine pabuç bırakılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki Kemal SUNAL filmlerinde, örneğin “Meraklı Köfteci” filminde de avukat vardır. Ancak o avukatın vakarı, dürüstlüğü her halinden bellidir. Yıllarca aradığı varisi bulup, mirası eksiksiz teslim eden o avukattır. Avukatlar hala o avukattır.

Bazıları, binlerce avukatın küçük bir kısmına bakarak kanaate ulaşmakta belki kendini haklı görebilir. Avukatın cübbesi siyah olsa da “hakikatte elbisesi” de “hakikat elbisesi” de beyazdır. O elbisede en küçük leke belli olur. Avukatların o ağırlıklı kitlesi halen bu bilinçte ve ruhtadır. Mezun olan her hukukçu bu ruhta mezun olmaktadır. Deformasyon sisteme dahil olunca gerçekleşmektedir. (İstisnalar müstesnadır)

Yüzbinlerce avukatın içinde her meslekte olan o para için zıplayan, yuvarlanan fer fecir gözlü amaçsız ve sosyal medyada yemek ve araba şatafatı paylaşan tiplere prim vermeyiniz. O “meslektaşların(!)” “genç meslektaşlara” karşı ahlak dışı davranışlarının ayrıntılarını burda yazamayacağım.

Onlar güçlü değildir. Hatta korkaklardır da… Güç o sesi çıkmayan ağırlıklı çoğunluktadır. O ağırlıklı çoğunluk hukuk fakültesi okuyup avukat, hâkim, savcı olan sizin kardeşiniz, çocuğunuz, nişanlınız, asker arkadaşınız, halı sahadan arkadaşınız, kuzeniniz, sizin gibi bu ülkenin sıkıntıları arasında yaşamaya çalışan evlatlarıdır.

Adliyemiz 250 yıldır bu fakir ülkenin en zorlu, en az ödenek alan ve iktidar mücadelelerine en çok konu olan bakanlığıdır. Zorlukları çok fazladır. Ama Faruk Erem’in “Adliye işlerinde kardeşlik vardır” cümlesinden başka bir çözüm de yoktur.

Artık ahlakın birlikte çalışması lazımdır. Açlık sınırında çalışan “işçi avukat” meslektaşların maaşlarını veren de yine meslektaşlarımızdır. Onlar olmasa ofislerde zorlanılacağından bahsetmiyorum! İşler duracaktır. Belki onlarca dosya “kıdemli” meslektaşların eline değmeden çözülmekte ve o meslektaşlar sadece para sayma kısmında bulunmaktadır.

Sonrasında paraya doyan ofislerde başka iktidar arayışları peyda olmakta, kimi baroda kimi siyasette kimi de barodan sonra siyasette iktidar arayışına girmektedir.

Pir Sultan Abdal “Bozuk düzende sağlam çark olmaz” demekte buna rağmen ahlakın ortak çalışması ile baroları bir bozulmaz çelik çark yapabiliriz. Buna baroların insan gücü de mali gücü de yetecektir. Ama hangi ruhun barosundayız?

Ruh ve Çözüm

“Annemse haber bekliyor ruhlardan

Namaz kılarak, tesbih çekerek

Sen olsan

Gülerdin bıyık altından

-Ben gülemiyorum baba!

Ama bir insanı yüreğinde duymak için

Araya bazı kurallar koymaya ne gerek var

Anlayamıyorum, eğilip kalkmaya

Dualar okumaya?”

            Ahmet ERHAN

Anlaşılmak ile gerçek arasındaki bağı kurmak zordur belki. Oysa karmaşık bir şeyden değil; yediğiniz, tattığınız şeyin içinde neler olduğunun tespitinden bahsediyorum. Her iki tarafın da bunu yapabilmesi için gerçek bir samimiyet, bencillikten arınmış bir ruh, temel düzeyde de olsa entelektüel birikim, yerine göre yaş dolu gözler, yerine göre de sıkılmış bir yumruk, feleğin çemberinden geçmiş bir insanda toplanmalıdır. Bunun için “üniversitelere” de ihtiyaç vardır. Gorki “Benim Üniversitelerim” de çalıştığı her işi bazen de tanıştığı bir insanı üniversiteye benzetir. Hükümlünün “Ben kırk yıldır ağaç görmedim.”[4] cümlesini duymak bir üniversite lisans diploması etmez mi? Ama öyle “hocasız, tombul lise, üniversite diploması” değil de üniversitenin de gerçeği… Peki gerçek nasıl anlaşılır ve nasıl anlatılır? Cemal Süreya şöyle der:

“Selam size büyük durumlar, doruk anlar.

Dağ görgüsü kazanır, Ağrı’yı bir kez de görse kişi.

Marmara’da 20 yılda çıkaramayacağı gerçeği,

Okyanusu beş dakika seyretmekle kavrar.”

Birlikte çalışma ahlakını öğrenmek kadar birlikte çalışma ahlakını öğrenmişlerin tavrı da önemlidir. Okyanusu beş dakika izlemiş ve meslektaşlarını “anlamak” ve “gerçekle” bağ kurmak için çabalayan bu meslektaşlar birbirini bulmalı ve bir “entelektüel” tavır değil bir aydın tavrı koyarak müdahale etmelidir. Bu müdahale yerine göre bir makale yazmak, yerine göre genç meslektaşlara destek olmak ve yerine göre bu ruhu barolara taşımaktır. Eminiz ki iktidar mücadelesinde olmayan bu yapıcı tavra barolar da gülümseyerek kucak açacaktır.

Bu meslekte bir hukuk mücadelesi filmi izleyip de heyecanlanmayan bir meslektaş yoktur. Umudumuz işte bu heyecandadır.

Bu heyecanı fiziki dünyaya yansıtacak şey bir araya gelmektir. Bir araya gelmenin anlamlı bir yolu ortaya konmalıdır.

                                                                                          Av. Şafak UĞURLU                                                                                   


[1] “Üstad-Herkes İçin Avukatlık Dergisi” 2020 Güz Sayısı- Birlikte Çalışma Ahlakı- Av. Mustafa KÖROĞLU. Çalışmamız bu makalenin altı temel bölümle tasnifine uygun sistematik ile hazırlanmıştır.

[2] Orhan KARAVELİ, “Sakallı Celal-Bir Türk Filozofunun Yeniden Doğuşu”, Doğan Kitap Yayınevi

[3] Av. Şafak UĞURLU, Kan Suçları, Karahan Kitabevi.

[4] Kırk yıldır cezaevinde yatan yetmiş yedi yaşında bir mahkumun sözü. (Şafak UĞURLU, Kan Suçları, Karahan Kitabevi)

Paylaş
Paylaş
Paylaş
Paylaş
Paylaş
Benzer Yazılar
default-featured-image
‘Örselenmiş kadın’ hukuk kriteri olsun
default-featured-image
Yargıtay son noktası koydu! Maaş geçiş promosyonu...
i
Ülkenin PKK İle Mücadelesinde Halkın Gaz Bombasından Etkilenmesi Hak İhlalini Oluşturmaz-AYM Kararı
773x435_cmsv2_c889a1f1-98d8-599f-ae50-11fe5d156835-4814412
12 Yıldır Süren Davada Taraf Uzun Yargılamadan Dolayı Tazminat Hak Eder
alkolsatisi
Polis, Gece 22.00'dan Sonra Alkol Satışı Yapıldığına İlişkin Alıcı Kılığında Büfeye Tuzak Kuramaz
ankara-bam-4-123-07-202016-05
Her Ne Kadar Eşi ,Uyuşturucunun Sanığa Ait Olduğunu Söylese de Sanığın Kabulu Etkin Pişmanlık Hükmünü Oluşturur
569ae394-95b6-4415-aff8-89b675fee871b18d927d-177b-4859-ba00-88e448e92846
Koronavirüs Dolayısıyla Kiranın Düşürüldüğüne İlişkin Haberin BAM Kararı
907441-642x340
Yargıtay, Faturanın Sahteliğinde Bu Hususlara Dikkat Ediyor
arabuluculuk-nihai-tutanaginin-sunulmamasi-gerekcesiyle-davanin-reddi_65b78
Arabuluculuk Nihai Tutanağının Sunulmaması Gerekçesiyle Davanın Reddi
aile_konutundaki_serh_nasil_kaldirilir_h11977_2550f
Aile Konutu Şerhinin Terkini İstemi
ziraat-bankasi-halkbank-vakifbank-garanti-bbva--4882707
Bankalara Rekabete Aykırı Davranışlar
752x395-milyonlarca-arac-sahibini-ilgilendiriyor-danistay-acikladi-artik-hacizli-araclar-1560862424685
Hacizli Aracın Tescil Talebi, Noter Satışından Sonra Konulan Hacizler