“Hukuki, Siyasi ve Ekonomik Yönleri İle Kapalı Maraş Açılımı”

Kıbrıs konusu, sadece ‘Doğu Akdeniz’in kontrolünde kimlerin etken olacağı’ değil, doğrudan ‘ülkemizin güvenliği’ konusudur; sadece KKTC’nin değil Mavi Vatan ve Ana Vatanın da kaderini etkileyecek önemi haizdir.

Kıbrıs dendiğinde öncelikle akla; geçmişi 1940’lı yıllara kadar uzanan ve özellikle iki büyük vatansever, iki büyük kahraman Dr.Fazıl Küçük ile Rauf Denktaş önderliğinde Kıbrıs Türk Halkı’nın Rum- Yunan ikilisine karşı yokluk ve yoksulluk içinde verdiği acılarla dolu, destansı varoluş, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi gelir! Bugün ise; halen karşı karşıya bulunduğumuz çok yönlü tehditlere ilaveten; adeta sessizce sürdürülen müzakerelerde Kıbrıs Adası’nın geleceği konuşuluyor…

Bu kritik dönemde, Türkiye Barolar Birliği olarak;düzenlediğimiz ulusal ve uluslararasıtoplantı/panellerle; Kıbrıs’ta uzun yıllar devam eden toplumlararası görüşmeler sürecinde, Rum tarafının nihai hedefinin ‘Ada’daki Türk varlığını yok etmeye yönelik’ olduğu ve günümüzde de bu hedeften vazgeçilmediği gerçeği ışığında; özellikle uluslararası toplumda farkındalığın oluşmasına katkıda bulunacağı inancı bir yana, konunun öneminin bilinci ve duyduğumuz tarihi sorumluluk gereği olarak dört önemli etkinlik gerçekleştirdik.

İlk olarak Kıbrıs’ta Son Söz Söylenmedi” konu başlığı ile 19 Mart 2016 tarihinde Ankara’da; ikincisi “Kıbrıs’ta Son Söz!.. Kim Söyleyecek? konu başlığı ile Şubat 2017’de İstanbul’da; üçüncüsü “Kıbrıs’ta Son Söz” konu başlığı ile 21-22 Eylül 2019’da Ankara’da yapılan bu toplantılarda; tarihi, siyasi, hukuki, ekonomik ve kültürel yönleriyle Kıbrıs konusu ele alınmış ve uluslararası düzeyde değerlendirilebilecek daha güçlü argümanlar ile Kıbrıs’ın parlak olmasını dilediğimiz, mutlaka da öyle olacak olan geleceğine yönelik bir yol haritası oluşturulmasına katkı amaçlanmıştır.

Adalet Bakanımız ile KKTC Ekonomi ve Enerji Bakanlarının da katılımlarıyla açılışı, Cumhurbaşkanı Yardımcımız Sayın Fuat Oktay ve KKTC Başbakanı Sayın Ersin Tatar tarafından yapılan“Kıbrıs’ta Son Söz” konu başlıklı üçüncü toplantımız, uluslararası düzeyde, galiba konusunda dünyanın en kapsamlı, herhalde en yüksek katılımlı toplantılarından biriydi. Bu önemli toplantı sonunda da, bu ve benzeri bilimsel etkinliklerin Kıbrıs Davamıza katkısı vurgulanarak devamı kararlaştırılmış ve KKTC Başbakanı Ersin Tatar da, yaptıkları konuşmada “bu onurlu görevi Türkiye Barolar Birliği’ne tevdi ettiklerini” ifade etmişlerdi.

Türkiye Barolar Birliği olarak; “Hukuki, Siyasi ve Ekonomik Yönleriyle Kapalı Maraş Açılımı” konu başlığı ile 15 Şubat 2020 tarihinde Magosa’nın Kapalı Maraş bölgesinde uluslararası katılımlı 4. Toplantıyı gerçekleştirdik. Bu toplantıda da KIBRIS konusu, özellikle “Kapalı Maraş Açılımı” ağırlıklı olmak üzere, birçok yönüyle ele alındı.

Türkiye Barolar Birliği (TBB) adına, TBB Başkanı Av.Prof.Dr.Metin Feyzioğlu ile birlikte planlayarak gerçekleştirdiğimiz bu toplantıların son ikisinde, halen KKTC Cumhuriyet Meclisi’nde Hukuk, Siyasi İşler ve Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı olarak görev yapan Av.Oğuzhan Hasipoğlu ile müzakereci ve müsteşar olarak uzun yıllar  merhum Rauf Denktaş ile birlikte çalışan, bilge kişi Mustafa Ergün Olgun ile günlerce süren çok yorucu çalışmaları birlikte yaptık. Zaman zaman Ekonomi ve Enerji Bakanı Hasan Taçoy da bize katıldı. Kendilerine müteşekkiriz.

Bu etkinlikler, geçmiş ile gelecek arasında köprü oluşturmak ve özellikle geleceğe de ışık tutmak suretiyle genç kuşaklara Kıbrıs gerçeğini aktarmak yanında; milli şuur oluşumuna da çok değerli katkı sunacağı gibi bu bağlamda; yarım asra yakın bir zamandan beri tartışılan Kıbrıs Sorunu’na ilişkin adil, kalıcı ve tarafları tatmin edebilecek nihai bir çözüme de kapı aralayacaktır.

KIBRIS UYUŞMAZLIĞI, HEM TÜRKİYE’NİN HEM DE KIBRIS TÜRK HALKI’NIN BELKİ DE EN ÖNEMLİ DIŞ POLİTİKA KONULARINDAN BİRİSİDİR

Öncelikle şu hususun da altını çizelim: Kıbrıs uyuşmazlığı, hem Türkiye’nin hem de Kıbrıs Türk Halkı’nın en önemli dış politika konularından biridir; belki de en önemlisidir!

Bunun tam karşısında ise, tarih sahnesine egemen bir devlet olarak çıktığı 1829- 1830 yılından itibaren Kıbrıs’ı bir Helen toprağı ve Ada’da yaşayan Türkleri de “Osmanlı’dan kalan bir azınlık” olarak gören; Batı’lı devletlerin de destekleriyle “Megali İdea” hedefini dış politikasının “olmazsa olmazı” addederek Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek isteyen bir Yunanistan vardır…  Adaya en yakın ülke olan Türkiye’nin ada ile karşılıklı bağlantıları ve ortak jeopolitik konumu yeterince dikkate alınmadan, adaya en uzak bir ülkenin Kıbrıs üzerinde mutlak egemenlik peşinde koşması, gerçek koşullara ters bir durumdur.

Kısacası Türkiye; sadece kırk mil uzağında yer alan Kıbrıs ile kendi güvenliği açısından yakından ilgilenmek zorundadır. Türkiye Cumhuriyeti güney sınırlarının güvenliği açısından son derece yaşamsal öneme sahip olan Kıbrıs’ın, emperyalist güçler tarafından kendi aleyhine olarak bir uçak gemisi biçiminde kullanılmasına da kesin olarak izin vermemelidir.  Vermiyor; vermeyecektir!..

Bu arada; tarihin hiçbir döneminde Kıbrıs’ın Yunan egemenliği altında bulunmadığı gibi, Kıbrıs’ta salt Yunan uygarlığı diye bir medeniyetin hakim olmadığı da unutulmasın lütfen! Çeşitli kavimlerin istilasına uğramış bir ada olan Kıbrıs Türk Halkı’nın önemli bir kısmının “Toroslar’dan gelen Yörükler” olduğunu yazar tarihler… Bu çerçevede Osmanlı Padişahı İkinci Selim’in, Kıbrıs’a yerleşim maksadıyla Anadolu’dan insan gönderilmesine dair 21 Eylül 1572 tarihli “Sürgün Fermanı”nı da hatırlayalım.

Gerçek odur ki; “Tarihini bilmeyen bir ulusun coğrafyasını başkaları yazar”; yakın dostluğuna kabul edilmiş olmaktan her zaman onur duyduğum, ulusal Kıbrıs Davası’na paha biçilmez hizmetleri olan kahraman, vatanperver, vizyoner devlet adamı merhum Rauf Denktaş Beyefendi böyle söylüyor…

 Bu nedenle Kıbrıs konusu; 1571 İnebahtı’dan itibaren 1878’de Kıbrıs’ın İngilizlere kiralanması dahil, tarihi süreç içinde özellikle 1959- 1960 Zürih ve Londra Antlaşmaları ile BM nezdinde imzalanan 1975 Mübadele Antlaşması ve sonrası dahil tarihi, hukuki, siyasi ve ekonomik boyutlarıyla ele alınarak bir bütün halinde değerlendirilmelidir. Makarios, Grivas, Nikos Samson ve benzerleriyle “Akritas ve İfestos” etnik temizlik planları, Batı Trakya Cumhuriyeti ve Girit örnekleri ile ANNAN PLANI ve kopyaları gibi konular da bu cümledendir.

Bu noktada; BM uzmanlarınca hazırlanan ve ‘Türk tapularını geçersiz sayarken, Rumların Türklerden aldıkları taşınmaz tapularını geçerli saymak’ gibi bir çifte standart örneği teşkil eden ANNAN Planına da özel bir sayfa açmak önem arz etmektedir. Bu nokta çok önemli; Annan Planı’nda Türklere uygulanmak istenen ilkelerin Maraş’a da uygulanması halinde, “Maraş’ın vakıf malı olduğunu ve orijinal vakıf tapularının geçerli olduğunu” kabul etmek gerekecektir.

Kaldı ki; şu soruyu da açıkça soralım, bakalım Rum kesiminden cevap verebilecek birileri çıkabilecek mi? Tabii ki cevap veremeyecekler! Sorum şu: Kıbrıs sorunundan bahseden Rum/Yunan ikilisi, açıklamalarında özellikle Türk tarafının “egemen eşitlik temelinde iki ayrı devlet” görüşünün kabul edilemez olduğundan bahisle “iki toplumlu, iki kesimli federal bir çözümün” uluslararası toplumun kabul ettiği çözüm olduğunu söylerler. Bu noktada soruyorum: “Peki neden Kıbrıs Türk Kesimi, 2004 yılında yapılan Referandum’da böyle bir çözümü öngören Annan Planı’na “EVET” derken, Kıbrıslı Rumlar aynı ANNAN Plânı’nı reddettiler?”

MARAŞ, KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ YÖNETİMİNDE BİR AN ÖNCE YERLEŞİME AÇILMALIDIR

Maraş, şu anda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin egemenlik sınırları içinde, bir kısmı yerleşime açılmış, bir kısmı ise kapalı durumda olan turistik, dünya güzeli bir kent. Bu kent artık Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yönetiminde bir an önce yerleşime açılmalıdır. Kısacası egemenlik, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nindir, toprak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nindir ama bu topraklar üzerinde değişik yapıların değişik sahipleri olabilir. Şehit kanıyla sulanmış Maraş’ın 1974’ten bu yana kapalı tutularak Rumlara verilmek üzere muhafazası algısı, artık sona erdirilmelidir.

O nedenle sözümüz şu olacaktır: “Kapalı Maraş’ın (“closed-off area”) bir Birleşmiş Milletler ya da BM Güvenlik Konseyi  kararıyla kapatıldığı” şeklinde bir iddia var; veya bilinçli olarak böyle bir izlenim yaratılmak isteniyor…Bu iddia hiçbir şekilde doğru değildir! Gerçeği yansıtmamaktadır! Buna neden olduğu anlaşılan 550(1984) sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı dahi, bölgenin “BM idaresine transferinden” bahsetmektedir ki, eğer “Kapalı Maraş” gerçekten BM idaresinde veya denetiminde olsaydı, herhalde 550 sayılı BM kararında böyle bir “transferden” söz edilmezdi!

Doğrusu şudur: 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası, çoğunluğu Rum sakinlerin şehri terk etmesi sonucu Maraş boşalmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimi altına girmiştir. Halen de bu bölge Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetleri’nin denetimindedir. Kısacası Maraş, 1974 Barış Harekatı’ndan beri hiç kesintisiz bizim denetimimizdedir. Nokta!

TOPRAK KKTC’NİNDİR, EGEMENLİK KKTC’NE AİTTİR

Annan Planı sürecinden bu yana esasen Türk tarafının geliştirdiği önemli bir pozisyon değişikliğini tekraren vurgulayarak kayda geçirmek durumundayız. Hepimiz biliyoruz ki, artık kapalı Maraş, yapılacak müzakerelerde toprak tavizi çerçevesinde hiçbir surette yer almayacaktır. KKTC’nin geleceğine ilişkin bu hayati önemi haiz yeni paradigma, iki egemen devletin en üst düzeyde temsil edildiği bugünün “ortak iradesinin ifadesi olacaktır” diye düşünüyorum. Bu çerçevede bazı tezlerimiz özetle şöyledir:

Maraş büyük ölçüde vakıf arazisi üzerine inşa edilmiş olup, şu anda KKTC’nin egemenlik sınırları içinde bir kısmı sivil yerleşime açılmış, bir kısmı ise kapalı durumda olan bir şehirdir. Turistik bir kenttir. Dolayısıyla buranın KKTC yönetiminde yerleşime açılması gerekliliği artık ortadadır.

Kısacası; toprak KKTC’nindir, egemenlik KKTC’ne aittir; ancak üzerindeki yapıların değişik sahipleri olabilir. Tam bu noktada; Maraş’ın çok önemli bir kısmının Lala Mustafa Paşa ve Abdullah Paşa vakıflarına ait olduğu” gerçeğinden hareketle; Türk tarafınca, 1977- 2019 arasında tam sekiz kez yapılan “gelin Türk idaresi altında hak iddiasında bulunduğunuz bölgelere yerleşin teklifinin”  Rum tarafınca kabul edilmeyip “tam sekiz kez reddedilmiş olduğu” gerçeği de unutulmasın lütfen.

Bu önemli tespitten hareketle; “Vakıf araziler devredilemez, satılamaz; ancak kullanıcıları ve bunların da hakları olabilir, kiralanabilir. Fakat mal sahibi vakıflardır. Varsa Rum koçanlı yerler de kurulacak olan bir komitede değerlendirilebilir.”

Gene bu çerçevede; Kıbrıs’ın 1878’de Kıbrıs Adası’nı Osmanlı yönetiminden kiralayan İngilizlerin, “Vakıf mallarının hukuk temelinde muhafaza edileceğine” ilişkin altında imzaları bulunan belgelere rağmen bu malları-mülkleri satıp savdıkları ve adeta Rum’lara hediye ettikleri” gibi hususlar da belgelere dayalı bir gerçeğin ifadesidir. Zaten Maraş’ın önemli bir bölümü de, bu süreçte inşa edilmiştir.

Gerçekten; 1878 yılında Osmanlı ile İngiltere arasında yapılan Yeşilköy anlaşmasına göre, İngilizler “vakıf mallarını, vakıf kanunlarına göre idare edeceklerini” taahhüt etmişlerdir. Vakıf mallarına ilişkin olarak Yeşilköy Antlaşması’nda; “satılamaz, devredilemez, kimsenin üzerine geçirilemez” hükümleri açıkça yer almaktadır.

Benzer şekilde, Lozan’da yapılan anlaşmada ve 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken de yine “vakıf mallarının vakıf kanunlarına göre korunacağı” tüm taraflarca kabul edilmiştir.

1960 Anayasasının 110’uncu maddesine göre “hiçbir hükümet ve Meclis kararının Vakıf Hükümlerine müdahale edemeyeceği” açıkça belirtilmektedir!

Kıbrıs’taki Osmanlı Vakıf hukuku (Ahkâm-ül Evkaf), hem Ada’nın İngiliz sömürgesi olduğu dönemde hem de Rum Yönetimi mahkemelerinde tanınmıştır.

Yine bu bağlamda Kıbrıs Vakıflar İdaresi, KKTC’nin uluslararası hukuk açısından tanınan tek kurumudur. Buna sonradan Taşınmaz Mal Komisyonu dahil edilmiştir.

Gerek İngiliz Yönetimi gerekse Rum Yönetimi imzaladıkları anlaşma ve hükümlere uymamışlardır! Süreç içinde İngilizler, uluslararası hukuka aykırı uygulamalarla Vakıf mallarını, çoğunluğu Rumlar olmak üzere dağıtmışlardır!

Yapılanlar uluslararası hukuka, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti hukukuna ve İngiliz hukukuna da uygun değildir.

Kısacası; 1878’den sonra herhangi bir vakıf malının başka kimseler üzerine geçirilmesi yerel ve uluslararası hukuka aykırıdır!

MUTLAK EGEMEN EŞİTLİK!

Birkaç kısa tespitle sözlerimi tamamlayacağım: Crans Montana’da sürdürülen toplumlar arası görüşmelerin, Rumların hakimiyet anlayışı nedeniyle çökmüş olduğu, bilinmektedir.

Gerçekten; Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, kendilerini Ada’nın tek sahibi olarak görmelerinin sonucu olarak “Sıfır Güvenlik, Sıfır Garanti” çerçevesinde Türkiye’nin garantörlük yetkisinin kaldırılması ve Türk askerlerinin Kıbrıs’tan geri çekilmesi yolundaki her türlü hukuki ve insani dayanaktan yoksun, tarihi gerçeklerden kopuk, kabul edilemez taleplerinde ısrar etmesi nedeniyle tam 52 yıldır BM Parametreleri çerçevesinde sürdürülen Türk ve Rum Toplumlararası Görüşmeler’in “Nihai Karar Konferansı” olarak tanımlanan Haziran-Temmuz 2017 Crans-Montana Zirvesi de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bilahare Türk tarafının, 13 Temmuz 2019 tarihinde ortak mal sahibi sıfatıyla Rum tarafına yaptığı “hidrokarbon keşfi ve kullanımında kapsamlı işbirliği” teklifi de sonuçsuz kalmıştır…

“Kıbrıs’ta Son Söz” konu başlığı ile 21-22 Eylül 2019’da Ankara’da yapılan  toplantıda da söylediğim gibi;  yıllardır kullanılan “siyasi eşitlik” ifadesi artık  yerini “egemen eşitlik“; hatta “mutlak egemen eşitlik” sözcüklerine terk etmelidir. Çünkü “siyasi eşitlik” federasyon terminolojisidir; federasyonu çağrıştırır. “Egemen eşitlik” ise, iki devletli çözüm demektir. Bu terminolojinin artık yerleştirilmesi gerekir. Bunun için başta Türkiye ve KKTC politikacıları olmak üzere, basın ve yayın kuruluşları ile tüm ilgili ve yetkililer, her fırsatta “egemen eşitlik” kavramını kullanmalıdırlar. Zira terminoloji, hedefimizi ortaya koymak açısından çok önemlidir.

Bu vesileyle bu önemli kavram farkını ilk ortaya koyan kişinin  merhum Rauf Denktaş olduğunu da, rahmet, minnet ve şükran duygularımızı tekrarlayarak belirtelim… Rahmetli Denktaş; “Egemenliğe dayanmayan eşitlik, eşitlik değildir; buz üzerine yazılmış yazı gibidir…” derdi.

1960’da Türk-Rum siyasi eşitliği temelinde kurulmuş olan Ortaklık Cumhuriyeti’nin başına gelenler, yeterince açık bir ders mahiyetinde olmalıdır. Öte yandan; 

-Görüşmelerin kaldığı yerden başlamasının söz konusu olmadığı ve bundan böyle ancak egemen iki devlet zemininde, iki devletli çözüm için müzakere yapılabileceği,

– “Etkin ve fiili garantörlüğün devamının ve egemen eşitliğin kabulünün kırmızı çizgi olduğu, görüşmelerin yeniden başlaması için bu hususların önceden kabulü ile ambargoların kaldırılmasının şart olduğu,

– Önceki görüşme sürecinde verilen tüm tavizlerle haritanın geçersiz olduğu,

– Hidrokarbon çalışmalarının devam edeceği ve Maraş’ın Türk yönetiminde açılması kararının mutlaka uygulanacağı,

-Adada normalleşmenin sağlanması için artık BM Barış gücüne gerek olmadığı, çekilmesi gerektiği ve Barış gücünün dayandığı 4 Mart 1964 tarihli 186 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı’nın iptalinin talep edilmesi gerektiği şeklindeki tespit ve değerlendirmeler, aynen bugün de geçerlidir.

Buna bir ilave de biz yapalım:

Yapılan 4 toplantının arzu ettiğimiz bir sonucu da,  “Kapalı Maraş’ın artık kesin olarak “pazarlık masasından kaldırılması ve bunun da açıkça dünyaya ilan edilmesi olmalıdır”.

Sonuç olarak;

  • 1974’den bu yana barışın hakim olduğu Kıbrıs’ta mevcut durum artık sürdürülebilir görünmüyor.
  • Bu gün; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 15 Kasım 1983’de rüştünü ispat etmiş, 37 yaşında, kendi toprakları üzerinde egemen bir devlettir. Bu böyle bilinmeli ve kabul edilmelidir…
  • Kıbrıs sorunu dendiğinde, artık 37 yıllık KKTC’nin varlığını tartıştırmamak gerekiyor.
  • 1974’den bu yana barışın hakim olduğu Kıbrıs’ta mevcut durum artık sürdürülebilir görünmüyor.
  • Kıbrıs Türk halkı, Rum tarafının insafına terk edilemez.
  • Türkiye, toplumlararası görüşmelerin sonuç vermeyeceğinin kabul edilmesi halinde, Kıbrıs görüşmelerine son vererek; KKTC’nin uluslararası düzeyde tanınmasına yönelik gerekli adımlaarın atılması  başta olmak üzere, “Türkiye ile KKTC’nin federal veya özerk yapıda siyasi bütünleşmeleri” hususu dahil, değişik opsiyonları şimdiden değerlendirmeye almalıdır…

Kısacası; bu gün; Kıbrıs’ta “de facto” iki ayrı egemen devlet vardır ve bu iki devletin birbirleri üzerinde hiçbir şekilde hükümranlık hakları yoktur…

Yoktur ama unutulmasın lütfen; Ada’da artık katliam da yoktur!

Av.Prof.Dr.Necdet Basa

TBB Başkan Başdanışmanı

UKÜ Öğretim Üyesi

Paylaş
Paylaş
Paylaş
Paylaş
Paylaş
Benzer Yazılar
default-featured-image
‘Örselenmiş kadın’ hukuk kriteri olsun
default-featured-image
Yargıtay son noktası koydu! Maaş geçiş promosyonu...
i
Ülkenin PKK İle Mücadelesinde Halkın Gaz Bombasından Etkilenmesi Hak İhlalini Oluşturmaz-AYM Kararı
773x435_cmsv2_c889a1f1-98d8-599f-ae50-11fe5d156835-4814412
12 Yıldır Süren Davada Taraf Uzun Yargılamadan Dolayı Tazminat Hak Eder
alkolsatisi
Polis, Gece 22.00'dan Sonra Alkol Satışı Yapıldığına İlişkin Alıcı Kılığında Büfeye Tuzak Kuramaz
ankara-bam-4-123-07-202016-05
Her Ne Kadar Eşi ,Uyuşturucunun Sanığa Ait Olduğunu Söylese de Sanığın Kabulu Etkin Pişmanlık Hükmünü Oluşturur
569ae394-95b6-4415-aff8-89b675fee871b18d927d-177b-4859-ba00-88e448e92846
Koronavirüs Dolayısıyla Kiranın Düşürüldüğüne İlişkin Haberin BAM Kararı
907441-642x340
Yargıtay, Faturanın Sahteliğinde Bu Hususlara Dikkat Ediyor
arabuluculuk-nihai-tutanaginin-sunulmamasi-gerekcesiyle-davanin-reddi_65b78
Arabuluculuk Nihai Tutanağının Sunulmaması Gerekçesiyle Davanın Reddi
aile_konutundaki_serh_nasil_kaldirilir_h11977_2550f
Aile Konutu Şerhinin Terkini İstemi
ziraat-bankasi-halkbank-vakifbank-garanti-bbva--4882707
Bankalara Rekabete Aykırı Davranışlar
752x395-milyonlarca-arac-sahibini-ilgilendiriyor-danistay-acikladi-artik-hacizli-araclar-1560862424685
Hacizli Aracın Tescil Talebi, Noter Satışından Sonra Konulan Hacizler