Sosyal Devlette Kıyılardan Yararlanma

Ülkemizde özellikle 1961 Anayasası ile etkisini göstermeye başlayan sosyal devlet görüşü, sonraki Anayasalarımızda ve bunlarda yapılan değişikliklerde de kendine yer bulmuştur. Sosyal devlet, yalnızca bir tanımlama olmakla kalmamış ve beraberinde başkaca görüşleri de barındırmıştır. Zira sosyal devlet, klasik liberalizmden farklı olarak edilgen değil, etken bir duruşa sahiptir. Gerçekten de 1961 Anayasamızın 10/2 maddesi, “Devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adâlet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşamayacak surette sınırlayan siyasî, iktisadî ve sosyal bütün engelleri kaldırır; insanın maddî ve mânevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlar.” demekle bu özelliğini gösterir. Zira sosyal devlet, kimi olanakları sağlamakta diğer bireylere göre daha dezavantajlı olan grupların desteklenme gayesini de içerisinde barındırır. Hal böyleyken, her bireyin ortak mülkiyetinde olan ülke toprağının da sosyal devlet kuramı kapsamında herkese eşit bir biçimde kullandırılmasının sağlanması kaçınılmazdır. Ülke toprağının, yalnızca belirli bir zümre veya sosyal sınıfın kullanımına tahsisi ya da bunun de facto olarak böyle olmasına göz yumulması sosyal devlet görüşü ile bağdaşmaz. Zira modern devletlerde, ülke unsuru yalnızca belirli bir grup, aile, zümre veya sosyal sınıfa değil o devleti meydana getiren toplumun tamamına aittir. Bu nedenle mülkiyet hakkı dokunulmaz kılınmak kaydıyla, özellikle bu ülke toprağının özellik gösteren bazı kısımlarının tüm toplumca yararlanılabilir kılınması da mutlak surete beklenir.

            Çalışmamızda ayrıntılı olarak inceleneceği üzere kıyılar, ülke toprağının özellik gösteren kısımlarından biridir. Bu alanlar; pek çok kişinin içerisinde bulunmak, üzerinde ikamet etmek veya bilfiil kullanmak isteyeceği alanlardır. Ancak diğer bir çok konuda olduğu kimi bu konuda da kimi halk kesimlerinin bu alanlardan yararlanma imkanı diğerlerine nazaran daha kısıtlıdır. Bu nedenle de kıyılar, sosyal devlet kuramının inceleme alanlarından biri olmalıdır ve çalışmamızda da değineceğimiz üzere olmuştur. Öyle ki toplumun tamamının üzerinde hak sahibi olduğu bu alanların akıbetini belli bir sosyal sınıfın eline bırakmak, sosyal devlet ilkesiyle bağdaşır bir durum değildir.

            Sosyal devlet görüşünün ve bu görüşe uygun hazırlanan hukuki mevzuatın kıyıların kullanıma ilişkin başvurduğu düzenlemeleri incelemeden evvel sosyal devlet ve kıyı kavramlarına değinecek ardından bu konuya ilişkin hukuki mevzuat ve Yüksek Yargı kararlarını tartışacağız. Ancak belirtmek gerekir ki, kıyıların kullanımına ilişkin çoğu husus İdare Hukuku’nun inceleme alanı olup bunlar konumuzu esasından saptıracak ayrıntı düzeyindedir. Bu nedenle çalışmamızda Kıyılardan Yararlanma kurumu bir “hak” niteliğiyle ele alınacak ve bunun sosyal devletle olan ilişkisi irdelenecektir. Bu nedenle kıyıların kullanımına ilişkin usuller ise çalışmamızın kapsamı dışında kalacaktır.

I. Kavramlar

A) Sosyal devlet

Kıyılardan yararlanma hakkı da özünde sosyal devletle anlam kazanan ve sosyal devletin varlığı ile gerçekçi olan bir haktır. Bu nedenle bu hakkın tam anlamıyla kavranabilmesi, öncelikle sosyal devleti açıklamakla mümkündür. Sosyal Devleti açıklayabilmek ise için evvel emirde Liberalizm kavramını açıklamak gerekir. Zira, Sosyal Devletin gelişimi esasında Liberalizm anlayışının “Tez” olduğu bir diyalektik içerisinde yaşanmıştır. Liberalizm, bireyci bir bir ideolojidir. Bireyi; içerisinde yer aldığı topluma, gruba ve devlete göre daha önemli görür. Liberalizm, diğer özelliklerinin yanı sıra devletin ekonomiye asgari düzeyde müdahalesini savunmak suretiyle, mutlakiyetçiliğe karşı burjuvanın haklarını savunmak ve “dokunulmaz bir mülkiyet” anlayışına katkı sunmuştur. Ancak Marksizm ve 1848 Devriminin; emekçi kitleler üzerinde yarattığı etki Liberalizm’in “müdahale etmeyen devlet” anlayışının sorgulanmasına neden olmuştur. Zira her ne kadar liberalizm; kanun önünde eşitlik ve serbest rekabet piyasasının tesisi ile sosyal eşitliğin de sağlanacağını savunmuşsa da gerçek böyle olmamıştır. Kendinden önceki düzenin feodal bey ve burjuva sınıfı çelişkisinin bir ürünü olan Liberalizm, bu kez kendi içerisinde bir Burjuva-Proleterya çelişkisine sahne olmuştur.

Liberalizmin etkileri ile muazzam bir güce ulaşan Burjuva sınıfının bu durumu bir vahşi kapitalizme yol açmıştır. Zira “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” düşüncesi yalnızca sosyal sınıflar arasındaki farkı derinleştirmekle kalmamış bu suretle sosyal hakların da kullanımını imkansız kılmıştır. Bunun neticesinde sayıca daha fazla olan ve yoksulluğa sürüklenen halk kitleleri ayaklanmış ve Avrupa Kıtasını pratik, tüm Dünyayı ise teorik anlamda etkileyen devrimler süreci meydana gelmiştir. Feodal Bey’e sunduğu taleplerin benzerleri kendisinden talep edilen Burjuva sınıfının artık liberalizmi bu hali ile sürdürmesinin imkanı kalmamış olup, bu devrimler liberalizm düşüncesinde de değişimler yaratmıştır.

            İngiliz İktisatçı J.M. Keynes, devletin sınırlı da olsa bir müdahalesini savunan görüşleri ile bu değişimlerin fikir babası olmuştur. Gerçekten de Keynes, Liberalizmin büyüme ve refaha ancak kapitalizme varılacağı tespitini sürdürmüş ancak buna ek olarak iktisadi sorumlulukların devlet elinde olması gerektiğini vurgulamıştır. Böylece, piyasa şartlarının ekonomiyi kendiliğinden regüle edeceğine dair görüşler de yavaş yavaş terk edilmeye başlamıştır. Modern anayasalar ise özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra “Sosyal Devlet” anlayışından etkilenmeye başlayacak olup bizde de özellikle 1961 Anayasasında bu etkinin işaretleri görülecektir. Gerçekten de 1961 Anayasamızın 10/2 maddesi, “Devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adâlet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşamayacak surette sınırlayan siyasî, iktisadî ve sosyal bütün engelleri kaldırır; insanın maddî ve mânevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlar.” demekle bu özelliğini gösterir. Yine 1961 Anayasasının 2. Maddesinin gerekçesinde de “Fertlere yalnız klasik hürriyetleri sağlamakla yetinmeyip, aynı zamanda onların insan gibi yaşamaları için zaruri olan maddi ihtiyaçlarını karşılamalarını da kendisine vazife bilen devlet” demekle sosyal devletin tanımına yer vermiştir. 1982 Anayasamız da sosyal devlet görüşünü benimsemiş bir durumdadır. Öyle ki, Anayamızın Başlangıç kısmında, Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu(…)” vurgulanmıştır. Anayasamızın 176. Maddesi uyarınca başlangıç kısmı, Anayasa metnine dahil olduğundan sosyal devlet olgusu da Anayasamızın bir parçasıdır. Öte yandan Anayasamızın 2. Maddesi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin niteliklerini sayarken, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” demiştir. Bu nedenle 1982 Anayasamız da göz önüne alındığında Türkiye Cumhuriyeti’nin bir sosyal devlet olduğu rahatlıkla söylenebilir.

            Sosyal devletin, “kişilerin hürriyet ve haklarını kullanabilmesi imkanını sağlama ve bu doğrultuda eşitsizlikleri azami düzeyde azaltma” ödevi; ona kıyıların kullanımı için de sorumluluk yüklemektedir. Zira sosyal devletin bu hususa karışmaması, söz gelimi klasik liberalist bir tavır takınması, kıyıların kullanımını belli bir zümrenin eline bırakacaktır. Bu da sosyal devletin amaçlarına temelden aykırıdır. Bu nedenle de sosyal devlet görüşüne uygun olarak hazırlanan Anayasa ve diğer hukuki mevzuatlar bu konudaki eşitsizlikleri giderici düzenlemeler içermektedir.

B) Kamu yararı kavramı

Çalışmamızda değineceğimiz üzere kıyılardan yararlanma hakkının kullanımında öncelikle kamu yararı gözetilir. Bunun ve anayasamızın diğer hükümlerinin bir sonucu olarak bu hakkın kısıtlanması da ancak kamu yararı nedeniyle olabilir. Öte yandan, Kıyılardan Yararlanma Hakkı, anayasamızda “Kamu Yararı” kısmında düzenlenmiş olup bu kavramla doğrudan ilişkilidir.Kamu yararı kavramı, somut bir karşılığı olmayan; tanımı kişilere, mekanlara ve zamanlara göre değişebilecek soyut bir kavramdır. Hukuki kurumlardan sayıca azımsanmayacak kadar kısmı bu kavram kullanılarak tanımlanmış olup, tüm idari işlemlerin de bu kavramı gerçekleştirmek amacı ile yapıldığı kabul edilir. Aynı şekilde tüm yasaların genel amacını da kamu yararıdır. Genellikle “çoğunluğun menfaati” şeklinde tanımlanan bu kavram; tarih boyunca pek çok farklı biçimlerde tanımlanmış olmakla birlikte, çalışmamız esasından sapmamak adına bunlara değinmemeyi tercih ediyoruz.

            Soyut bir kavram olduğuna değindiğimiz Kamu Yararı, bu özelliğine de uygun olarak hiçbir mevzuat metninde tanımlanmamıştır. Bu nedenle tanımına, mevzuata nazaran daha yaşayan metinler olan yargı kararlarından erişmek mümkündür. Anayasa Mahkemesi bu hususta verdiği bir kararında “Anayasa’nın çeşitli hükümlerinde yer alan kamu yararı kavramının Anayasa’da bir tanımı yapılmamıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında da belirtildiği gibi, kamu yararı, bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yarardır”  demekle bu kavramı tanımlamıştır.

            Kıyılardan Yararlanma Hakkı açısından bu kavram değerlendirildiğinde; kıyıların bireysel çıkarların istek ve arzularına bırakılması değil, tüm toplumun eşit olarak faydalanmasının sağlamasına uygun olarak şekilde değerlendirilmesi kamu yararının bir gereği olacaktır.

C) Kıyı kavramı

Türk Dil Kurumu, “kıyı” kavramını “kara ile suyun birleştiği yer” olarak tanımlamıştır. Hukuki anlamda ise kıyı kavramının tanımına 7121 sayılı Kıyı Kanunu’ndanulaşmak mümkündür. İşbu kanunun tanımlar başlıklı 4. maddesinde hem kıyı kavramı hem de kıyı kavramının tanımında kullanılan kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi kavramlarının tanımına yer verilmiştir. Bu itibarla “kıyı çizgisi”, “deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyunkaraya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan çizgi”; “kıyı kenar çizgisi”,“Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınır” olarak tanımlanmış ve “kıyı” da bu açıklamalardan hareketle “Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alan” olarak tanımlanmıştır. Örneğin bir plajda, deniz suyunun toprağa en son değdiği noktalar kıyı çizgisi, plaj kumunun bittiği noktalar kıyı kenar çizgisi ve bu ikisi arasında kalan plaj alanı ise kıyı olacaktır.

            Kıyı Kanunu’nu 9. Maddesi uyarınca kıyı kenar çizgisi valiliklerce tespit edilir. Valilik, bu tespit için incelemelerde bulunması adına beş kişilik bir komisyon ihdas eder. Bu komisyonun tespit edeceği kıyı kenar çizgisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın onayı ile yürürlüğe girer. Buradan hareketle, bir yerin kıyı olara tespiti de idarece yapılan bir işlemdir. Bu tespitin İdare Hukuku açısından çok önemli sonuçları vardır. Bu sebeple, idarenin diğer tüm işlemlerinde olduğu gibi bu işleme karşı da yargı yolu açıktır.

            Kıyının tanımına üst mahkeme kararlarından da erişmek mümkündür. Yargıtay’a göre kıyı, “herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya doğal yapısından ötürü herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu malıdır.Bunun sonucu; kıyının devir ve ferağ edilmesi, zamanaşımı yoluyla mülkiyetinin kazanılması, tapu sicili hükümlerine bağlı bulunması, haczedilmesi mümkün değildir.”

II. Kıyılardan Yararlanma Hakkı

A) Genel olarak

Yukarıda tanımı verilen kıyılardan, toplumun tüm paydaşlarının azami düzeyde yararlanması, sosyal devletin amaçlarından biri olmalıdır. Zira defaatle bildirildiği gibi sosyal devletin bireyler arasında fırsat eşitliği sağlama ve her bireyin insanca yaşama koşullarına erişmesini sağlama gayesi, bunu ihtiva eder. Bu nedenle, Anayasamız ve çeşitli mevzuat metinlerimiz kıyılardan yararlanmayı bir hak olarak tanımlamıştır. Bu hakkın içeriği ise yargısal metinlerle doldurulmuş ve doktrinde tartışılmıştır.

            Çalışmamızın esas konusu olan bu haktan bahsederken öncelikle konuya ilişkin hukuki düzenlemelere değinecek ardından bu hususa ilişkin doktrinsel tartışmalar ve yargı kararlarını inceleyeceğiz.

B) Hukuki düzenlemeler

1-Anayasa

Konu başlığından da anlaşılacağı üzere Kıyılardan Yararlanma bir haktır. Bu nedenle de ilk bakılması gereken yer Anayasadır. 1982 Anayasamız “kıyılardan yararlanma” hakkına 43. Maddesinde yer vermiştir. Bu madde uyarınca, “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir.” denilmiştir.

            Bu düzenlemeden ilk çıkarılacak sonuç, kıyıların hukuki statüsüdür. Açıkça vurgulandığı üzere kıyılar üzerinde tek tasarruf yetkisini haiz kişi Devlettir. Ancak devlet de bu tasarruf yetkisini kullanırken sınırsız bir özgürlüğe sahip değildir. Zira tüm idari işlem ve fiillerde olduğu gibi kıyılar üzerinde tasarruf edilirken de kamu yararı gözetilmelidir. Devlet kişisi, kıyı alanları üzerinde bir işlem tesis edecek ise burada amaç mutlak suretle kamu yararı olmalıdır. Öte yandan bu hakkın kullanımına ilişkin ayrıntılar da kanun düzenlemesine bırakılmıştır.

2-Kıyılardan yararlanma hakkına ilişkin kanuni düzenleme

Bahsedildiği üzere, Anayasamızın 43. Maddesi, kişilerin kıyılar ve sahil şeritlerinden yararlanma imkan ve şartlarına ilişkin düzenlemenin kanunla yapılacağını belirtmiştir. Bu amaçla ihdas edilen kanun ise Kıyı Kanunu’dur. İşbu kanunun ilk maddesi amacın açıklanmasına yönelik olup, “Bu Kanun, deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmek amacıyla düzenlenmiştir.” demektedir. Görüldüğü üzere kanunun amacı, Anayasanın lafzına uygun olacak şekilde kıyıların özelliklerinin göz önüne alınması suretiyle kamu yararına en uygun şekilde kullanım usulünün tespiti olarak belirlenmiştir. Daha önce bahsedildiği gibi, kıyı kavramının tanımı da bu kanunda yapılmıştır.

            Yine bu kanunla kıyıların kullanımına ilişkin esaslar detaylandırıldığı gibi, bu esaslara uyulmaması halinde uygulanacak yaptırım da düzenlenmiştir. 

3-Yönetmelik

Kıyı Kanunu’nun 16. Maddesi “Bu Kanunun uygulanması ile ilgili yönetmelik, Kanunun yayımından itibaren 3 ay içinde Maliye ve Gümrük, Turizm Bakanlıklarının yazılı görüşü alınarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca hazırlanır.” demiştir. Bu kapsamda “KIYI KANUNUNUN UYGULANMASINA DAİR YÖNETMELİK” de ihdas edilmiştir.

C)Kıyılardan yararlanma hakkına ilişkin esaslar

1-Kamu yararı

Bahsedildiği üzere kıyılar üzerinde tasarruf yetkisini haiz tek kişi devlettir. Ancak devlet de bu hususta sonsun bir özgürlüğe sahip değildir. Anayasa madde 43/2 uyarınca “Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.” demekle devlet kişisine bir sınır çizilmiştir. Devlet kıyılar üzerindeki bu tasarruf yetkisini kullanırken kamu yararını esas almak zorundadır. Aslında bu beklenmeyecek bir durum değildir. Zira idari işlemin amaç unsuru mutlak suretle kamu yararı olmalıdır. Buradan hareketle; devletin kıyılar üzerindeki hüküm ve tasarruflarının da genellikle idari işlem ve eylemler vasıtasıyla olacağı ve yine bu nedenle bu işlem ve eylemlerde kamu yararının gözetilmesi idare hukukunun esaslarına da uygun olandır.

            Kıyılar üzerinde tesis edilen işlemlerde üstün kamu yararı tartışması sıklıkla yürütülmektedir. Zira genellikle bu işlemlerin tesisinde iki hukuki yarar birbiri ile çatışma halindedir. Özellikle mülkiyet hakkı ve kıyılardan yararlanma hakkı sıklıkla çatışacaktır. Zira bahsedildiği üzere, bir yerin kıyı olduğunun tespiti idarece yapılacak ve bu tespit sırasında kimi incelemelerde bulunulacaktır. Bu incelemeler sonucunda, daha önce bir başka kişinin mülkiyetinde olan bir yerin kıyı olarak kabulü de pekala mümkündür. İşte bu noktada önceki malikin mülkiyet hakkının akıbeti tartışma konusu olabilir. Bu husus Anayasa Mahkemesi Kararlarına da konu olmuştur. Başvurucuların maliki oldukları taşınmazın kıyı olarak tesciliyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürdükleri bir Bireysel Başvuruya ilişkin kararında Anayasa Mahkemesi, “Anayasa’nm 43. maddesine göre, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyılar, özel mülkiyete konu olamazlar. Doğasına uygun olarak, genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmalıdırlar ve bunlardan yararlanma, ancak kıyının herkese açık olması ile mümkün olabilir. Kıyıların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin karar ve önlemleri almak kamuya ait bir yetkinin kullanılmasıyla olanaklıdır. Nitekim Medeni Kanun’un 715. maddesine göre kıyılar, sahipsiz mal olarak kabul edilen yerlerdendir ve devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Diğer bir anlatımla, sahipsiz mallar, doğal nitelikleri gereği özel mülkiyete elverişli olmayan kamu mallarıdır” tespitinde bulunmuştur. Görüldüğü üzere mülkiyet hakkı ile kıyılardan yararlanma hakkı çatışır niteliktedir. Ancak bu sosyal devlet görüşüne aykırı düşen bir durum değildir. Sosyal devlet ve onun yansıması olan kimi haklar, doğası gereği kimi durumlarda mülkiyet hakkı ile çelişkili bir vaziyet alırlar. Konumuz açısından incelemek gerekirse kişilerin bir parçası olduğun devletin kıyılarından yararlandırılması modern devletlerin vazgeçilmez bir özelliğidir. Genellikle daha değerli taşınmazlar olan kıyılar ve kıyı arazilerinin yalnızca bu değeri karşılayabilecek sosyal sınıflara ve bu sınıflara ait kişilere kullandırılması sosyal devlet görüşüne temelden aykırıdır. Sosyal Devlet; kıyılarını, tüm vatandaşlarının kullanabileceği bir hukuki statüye kavuşturmalıdır. Aksi bir durum, herkese insanca bir yaşam sunma iddiasına aykırı düşmektedir. İşte bu durumun hukuki açıklaması üstün kamu yararıdır. Zira bu durumlar da Anayasamızın 43. Maddesi de göz önünde tutularak, toplum yararı fertlerin yararından üstün tutulmuştur.

2-Eşitlik

Kıyı Kanunu’nun 5. Maddesi uyarınca “Kıyılar, herkesin eşit(…)olarakyararlanmasına açıktır.” Kıyıların, devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu düşünüldüğünde devleti oluşturan her bir bireyin eşit olarak kıyılardan faydalanabilmesi doğaldır. Bu durum hem Anayasamızın 43. Maddesine hem de Sosyal Devlet esaslarına uygundur.

3-Serbestlik

Kıyı Kanunu’nun 5. Maddesi uyarınca “Kıyılar, herkesin (…) serbest olarakyararlanmasına açıktır.” İşbu kanunun 6. Maddesi ise ilk fıkrasında bu esası tekrarlamış ve devamında “(…)buralarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, telörgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz.” demiştir. Görüldüğü üzere kanuni düzenlemelerle; kişilerin, esasında üzerinde kolektif mülkiyetlerinin bulunduğu kıyılardan yararlanırken bir engelle karşılaşmaması gözetilmiştir.

            Yargıtay da, kararında kıyılardan yararlanmaya ilişkin bu serbestliğe vurgu yapmıştır. İşbu karar uyarınca “Kıyı herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya doğal yapısından ötürü herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu malıdır.” denilmiştir.

4-Sosyal ve ekonomik bir hak oluşu

Kıyılardan Yararlanma Hakkının, konumuz açısından belki de en önemli esası budur. İşbu hak, Anayasamızın üçüncü bölümünde yani “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlığı altında düzenlenmiştir. Anayasa 43. maddesinin ilk bendinde kıyının kamu malları içerisindeki yeri ve hukuksal konumunu belirledikten sonra, ikinci bendinde; kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada önceliğin kamuya ait olduğunu, ilke olarak kabul edilmiştir.Bu ilke ile; herkesin mutlak bir eşitlik ve serbestlik çerçevesinde kıyılardan yararlanma hakkı olduğu açıklanmak istenmiştir. Kısaca, kıyıdan yararlanma sosyal ve ekonomik bir hak olarak öngörülmüştür.

            Sosyal ve Ekonomik hak oluşunun bir sonucu olarak, Kıyılardan Yararlanma Hakkı da Pozitif statü haklardan biridir. Pozitif Statü Haklar, bireyin devletten bir pozitif edimde bulunmasını istediği haklardır. Gerçekten de Kıyılardan Yararlanma Hakkında, kişiler devletten bir pozitif edim beklemektedir. Bu edim, üzerinde herkesin hak sahibi olduğu, bu nedenle herkese eşit ve serbestçe yararlanılması icap eden kıyıların belli sınıf ve grupların tahakkümüne girmesinin önlenmesi olacaktır. Devlet, kıyıların kullanımı hususunda kamu yararının tesis edilmesi ile sorumludur. Bu sorumluluğun kaynağı ise bizzat Anayasamızın 43. maddesidir.

            Bu durum sosyal devletin de bir sonucu ve yansımasıdır. Zira her ne kadar doğal zenginliklerden faydalanmak herkes için bir hak olsa da devlet, sosyal durumları nedeni ile bazı kişilerin bu zenginliklerden yararlanamayacak olmasının azami düzeyde önüne geçmelidir. Bu sosyal devletin bir gereğidir. Kıyıların, belli sınıf ve grupların tahakkümüne bırakmak veya bunun başka bir hali olacak şekilde bu sınıf ve grupların tahakkümüne göz yummak sosyal devletle bağdaşmaz. Zira mal varlıksal olarak daha güçlü durumda olan kimseler zaten bu kıyılardan bedelini ödeyerek de faydalanabilecek gücü haizdir. Ancak sosyal devletin görevi tam da burada herkesin hakkını korumakla ortaya çıkacaktır. Bu nedenle Kıyılardan Yararlanma Hakkı da sosyal devletin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.

III.Sonuç

Kıyılar, bir ülkenin hem doğal zenginliği hem de sunduğu görsel nitelik gereği en kıymetli kısımlarından biridir. Bu husus, yalnızca kıyıya komşu olmanın bir taşınmaza kattığı değerden bile anlaşılabilir. Gerçekten de şehirlerimizin en pahalı taşınmazları, genellikle bu kıyı alanlarına komşu olanlardır.

            Herkes, kıyıların tüm güzelliklerinden faydalanmak hakkını haizdir. Defaatle değindiğimiz gibi devlet de bunu sağlamak ve bu hususta üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmekle mükelleftir. Bunu sağlarken hakların çatışması durumunda ise Üstün Kamu Yararı ile toplum yararını gözetmek durumundadır.

            Bu nedenle Kıyılardan Yararlanma Hakkı, kişilerin yalnızca ekonomik durumları sebebiyle devletin doğal zenginliklerinden faydalanamamasına engel olma gayesi taşır. Bu yönüyle de Sosyal Devletle tamamen bağlantılıdır. Gayesi sosyal devlet görüşünün gayesiyle de uyumludur. Bu nedenle sosyal devlet açısından, kıyılardan yararlanma hakkının varlığı ve sağlanması oldukça önemli bir husustur.

Kaynakça

Gören, Zafer; “Aktif Statü Haklar”, Cevdet Yavuz’a Armağan, s. 3303-3322, erişim:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/373755.

Sancakdar, Oğuz, İmar Hukuku Genel Esaslar, 1. Baskı, (www.sorubankasi.net Yayınları),İzmir 2020.

Sancakdar, Oğuz / Us, Eser/ Kasapoğlu Turhan, Mine/Önüt, Lale Burcu/Seyhan, Serkan;İdare Hukuku: Teorik Çalışma Kitabı, 6. Baskı, (Seçkin Yayıncılık), Ankara 2017.

SerdaroğluSağ, Neslihan/Yıldırım, Hami; “KIYI MEVZUATINDA KAMU YARARI KAVRAMININ Değerlendirilmesi”, Selçuk Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Dergisi, C. 26, S. 2, 2011, s. 38-54.

Tanör, Bülent/Yüzbaşıoğlu, Necmi; 1982 Anayasasına göre: Türk Anayasa Hukuku, 15. Baskı, (Beta Yayıncılık), İstanbul 2015.

Uygun, Oktay; Devlet Teorisi, 4. Baskı, (Ok İki Levha Yayıncılık), İstanbul 2017.

Yüzbaşıoğlu, Necmi; Anayasa Hukukunun Temel Metinleri, 12. Baskı, (Beta Yayıncılık),İstanbul 2016.

Paylaş
Paylaş
Paylaş
Paylaş
Paylaş
Benzer Yazılar
default-featured-image
‘Örselenmiş kadın’ hukuk kriteri olsun
default-featured-image
Yargıtay son noktası koydu! Maaş geçiş promosyonu...
i
Ülkenin PKK İle Mücadelesinde Halkın Gaz Bombasından Etkilenmesi Hak İhlalini Oluşturmaz-AYM Kararı
773x435_cmsv2_c889a1f1-98d8-599f-ae50-11fe5d156835-4814412
12 Yıldır Süren Davada Taraf Uzun Yargılamadan Dolayı Tazminat Hak Eder
alkolsatisi
Polis, Gece 22.00'dan Sonra Alkol Satışı Yapıldığına İlişkin Alıcı Kılığında Büfeye Tuzak Kuramaz
ankara-bam-4-123-07-202016-05
Her Ne Kadar Eşi ,Uyuşturucunun Sanığa Ait Olduğunu Söylese de Sanığın Kabulu Etkin Pişmanlık Hükmünü Oluşturur
569ae394-95b6-4415-aff8-89b675fee871b18d927d-177b-4859-ba00-88e448e92846
Koronavirüs Dolayısıyla Kiranın Düşürüldüğüne İlişkin Haberin BAM Kararı
907441-642x340
Yargıtay, Faturanın Sahteliğinde Bu Hususlara Dikkat Ediyor
arabuluculuk-nihai-tutanaginin-sunulmamasi-gerekcesiyle-davanin-reddi_65b78
Arabuluculuk Nihai Tutanağının Sunulmaması Gerekçesiyle Davanın Reddi
aile_konutundaki_serh_nasil_kaldirilir_h11977_2550f
Aile Konutu Şerhinin Terkini İstemi
ziraat-bankasi-halkbank-vakifbank-garanti-bbva--4882707
Bankalara Rekabete Aykırı Davranışlar
752x395-milyonlarca-arac-sahibini-ilgilendiriyor-danistay-acikladi-artik-hacizli-araclar-1560862424685
Hacizli Aracın Tescil Talebi, Noter Satışından Sonra Konulan Hacizler