Başlıkta belirttiğimiz niyet, aslında uzun zamandır uygulamada ve belirli mesafeler de aldı. Ancak Anayasa Hukukçusu İbrahim Kaboğlu’nun İstanbul Barosu Başkanı seçilmesiyle bu planın daha bir güncel olduğu apaçık görülüyor. En azından yapılacak olan Türkiye Barolar Birliği seçimleri için İbrahim Kaboğlu’nun ismi çeşitli yerlerde geçmeye başladı.
İbrahim Kaboğlu İstanbul Barosu Başkanı seçilir seçilmez “Anayasanın ilk dört maddesine olumlu anlamda dokunulabilir, tıpkı 1995’te olduğu gibi, tıpkı 2001’de olduğu gibi” şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. Hükümet cenahından Numan Kurtulmuşların, Hüda-Par’ın Anayasanın ilk dört maddesinden duydukları rahatsızlığa İbrahim Kaboğlu’nun katılmaması şaşkınlık yaratırdı. Nitekim şaşırmadık, çünkü İbrahim Kaboğlu’nu iyi tanıyoruz.
İbrahim Kaboğlu’nun Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel nitelikleri ve Anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddeleriyle sorunlu olma hali yeni bir durum değil.
– 1 Kasım 2004’te başkanlığını İbrahim Kaboğlu’nun yaptığı, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu tarafından hazırlanan Azınlık Hakları ve Kültürel Çalışma Grubu Raporu’nda bölücü terör örgütü ve uluslararası destekçileri tarafından çok sık dile getirilen, “Türk” yerine “Türkiyelilik”, “eşit yurttaşlık” “yerinden yönetim” gibi konuların yer aldığı hatırlanmaktadır. https://baskinoran.com/belge/IHDKAzinliklarRaporu-MakamaTakdim_Ekim2004.pdf
Hatta dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından bu rapor eleştirilmiş, etnik, mezhepsel kimliklerin öne çıkarılmasın ulus-devleti yıpratmanın ötesinde, ulusal birliğe zarar verecek nitelikte olduğunu dile getirmiştir. https://baskinoran.com/makale/Birikim-IHDKRaporununOykusu.pdf – Baskın Oran “AZINLIK HAKLARI VE KÜLTÜREL HAKLAR RAPORU”NUN BÜTÜN ÖYKÜSÜ (Birikim, no. 188 (Aralık 2004), s. 17-25)
– Ak Parti tarafından başlatılan “Açılım” sürecinde yaşanan gelişmeler de İbrahim Kaboğlu’nu oldukça mutlu etmiş idi. 2013 Nevruzu’nda Öcalan’ın mesajının Diyarbakır’da okunmasını da barış yolunda atılan önemli bir adım olarak değerlendirmişti. PKK’ya yakınlığıyla bilinen DİHA’ya verdiği röportajda Kaboğlu, “Anayasa’daki 3’üncü madde de ‘Türkiye Devleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür’ der. Devlet Türkiye olursa ülkenin adı da Türkiye olduğuna göre millete siz Türk milleti diyemezsiniz” diyerek Türkiyelilik kavramını savunmuştu. Anadilde eğitimi de savunan Kaboğlu, PKK’nın taleplerinden özerklikle ilgili de şunları söyledi: “Bütün Türkiye’nin ademi merkeziyetçi bir sisteme geçmesi ve o çerçevede bunların Anayasal kurallara bağlanarak düzenlenmesi ve duruma göre Fransa’nın yaptığı gibi bazı bölgelere daha öncelikli bir statü tanımak suretiyle kendi kimliğini öne çıkarabilmesi. Zannediyorum bu en azından Kürt yurttaşların yoğun talebi olarak Türkiye’nin koşulları çerçevesinde en rasyonel olanı gibi görünüyor.” beyanları ile aslında federasyon ve otonom yapı olarak nitelendirebilecek ABD ve bölgesel güçleri tarafından sıkça çözüm olarak dile getirilen formüllerden yana olduğunu açıkça dile getirmiştir. https://www.ulusal.com.tr/haber/8468573/acilimin-hocasi-chpden-aday
– İbrahim Kaboğlu’nun AKP- FETÖ birlikteliği döneminin, belki de Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli olaylarından olan Ergenekon – Balyoz Kumpas Davalarının genişlemesi için imza verenler olduğunu da unutmadık. (https://bianet.org/haber/300-aydin-ergenekon-derinlestirilsin-kazanan-yurttaslar-olacak-108985)
– Tabi ki Ergenekon – Balyoz davalarını destekleyen birisi olarak, bu davaların kumpasçısı Fethullahçı çetenin ordu içindeki unsurları ile gerçekleştirmeye kalkıştığı darbe girişimini “kontrolü” olarak adlandırmasından ve FETÖ’yü aklama gayreti göstermesinden daha doğal bir şey olamaz. https://www.birgun.net/makale/en-buyuk-kirilma-hangisi-337084
– En son 2018 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili olan Kaboğlu, hazırladığı ve kamuoyunda çok tartışılan “Yasama Yetkisi Devredilemez” başlıklı kitapçıkta Anayasa maddelerinden ‘Türk milleti’ ve ‘Atatürk milliyetçiliği’ kavramlarını çıkartmıştı. Kitapçıkta “Türk Milleti” yerine “Anayasal Yurttaşlık” anlamında “Anayasal Yurtseverlik” kavramı, Türkiye yerine “ülke”, Türkiye Cumhuriyeti yerine de “cumhuriyet”, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı yerine “Türkiye Cumhuriyeti insanı” denilmesi istenmişti. https://chp.org.tr/yayin/yasama-yetkisi-devredilemez
İbrahim Kaboğlu, 2002 sonrası AKP iktidarı ile birlikte Batı merkezli estirilen havanın, “demokrasi, insan hakları, çoğulculuk” kisvesi altında milli devletin çözülmesi, milli ordunun tasfiyesi, Cumhuriyetin temel niteliklerinin “statüko karşıtlığı” adı altında hedef alındığı sürecin en önemli fikir adamlarından bir tanesi idi.
İlginçtir bu dönemde Kaboğlu, “iktidara muhalif” değildi. 20 Ekim 2024 akşamı seçim kazandıktan sonra attıkları sloganın dediği gibi “hak, hukuk, adalet” mücadelesini Türk Milli Devletine ve kurucu felsefeye karşı Ak Parti ve liberal Batıcı kadrolar ile birlikte vermeyi uygun görüyordu. Tıpkı, Baskın Oran, Ahmet İnsel, Halil Berktay, Osman Kavala, Taner Akçam, Sezgin Tanrıkulu ve diğerleri gibi.
Ancak ne zaman Türkiye’de bir şeyler değişmeye başladı, bu arkadaşlar da “muhalif” olduklarını hatırladılar. FETÖ’nün devlet içindeki yapılanmasının üzerine gidilmeye başlandığında, Kumpas davalar çözülüp, yurtsever aydınlar ve değerli komutanlar özgürleştiğinde, açılım masaları devrilip sınırımızda güdümlü bir terör devletinin kurulmasının silahla engellenmeye, maalesef Batı planları kapsamında terk edilen, Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Ege meselelerinde milli tavırlar alınmaya başlandığında İbrahim Kaboğlu ve bazı “aydınlar” için durum değişti.
Kaboğlu, “hak hukuk adalet” şiarını en yüksek perdeden, sokaklardan dile getirmeye başlamıştı. Ancak birkaç yıl önce hukuk, adalet hiçe sayılırken, hukukun lideri bugünlerde ölen bir casus şebekesinin elinde oyuncak haline getirildiği koşullarda, Türkan Saylan, Ali Tatar, Cem Aziz Çakmak, Kuddusi Okkır, Kaşif Kozinoğlu, Uçkun Geray adeta bir bir katledilirken İbrahim Kaboğlu “davalar genişletilsin” sloganının arkasında, kumpasları kuran şebekenin savcılarının yanında saf tutmayı tercih etmişti.
Özetle İbrahim Kaboğlu için “hak, hukuk, adalet”, kaderini emperyalizm ile birleştiren yapılar, terör örgütleri ve bunların mensupları için var. Daha doğrusu Kaboğlu için adalet ve özgürlük mücadelesi, Türkiye Cumhuriyeti yasalarının Türkiye’ye düşmanlık edenlere uygulandığı şartlarda önem arz ediyor. Elbette her hukuki süreçte eleştirilecek, düzeltilmesi gereken birçok olgu var. Hukukçular olarak her dönemde de bu yanlışlıklarla, hukuka aykırılıklarla mücadele ediyoruz.
Ancak İbrahim Kaboğlu’nun durduğu yer, şu yazının başına baktığımda göreceğiz ki bununla sınırlı değil. Kaboğlu’nun mücadelesi direk söyleyelim ki, “hak, hukuk, adalet” mücadelesi değil, kendisinin de yıllardır sıkça dile getirdiği gibi Anayasa’dan “Türk”ün çıkarılması, etnik, mezhepsel kimliklerin “çoğulculuk” adı altında öne çıkarılması, Milli Devletin ve Milli Ordunun bir şekilde tasfiye edilmesi, bağımsızlığı ve egemenliği, üniter yapıyı korumakla yükümlü kuvvetlerin mümkün olduğunca sindirilmesi, mümkünse kurucu felsefenin, kurucu irade ve parti tarafından tamamen terk edilmesinin sağlanması…
Zaten kendisi de bu durumu gizlemiyor ki İstanbul Barosu’nu beraber yönetmeye talip olduğu arkadaşlarından oluşan liste ancak şu sözlerle net bir şekilde ifade edilebilir: Etnikçiliğin Zirvesi
Birkaç örnek:
– Metin İriz: Terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın avukatı Selim Okçuoğlu’nun avukatı.
– Arzu Becerik: TSK’nın güneydoğuda PKK ile mücadelesinde ‘katliama ortak olmayacağız’ açıklaması yapan ‘Barış Akademisyenleri’nin avukatı. Aynı zamanda Dink ailesinin avukatı.
– Rukiye Leyla Süren: Yurtdışından fonlanan ve HDP’yle dirsek teması olan Kadın Meclisleri, KADER gibi örgütlerin destekçisi.
– Mehmedali Barış Beşli: Laz Derneği Kurucu Başkanı. 1994 yılında Laz bölücülüğü yaptığı gerekçesiyle yargılandı ve beraat etti. Halkların Demokratik Kongresi etkinliklerinde konferanslar verdi. Lazcanın eğitim dili olmasını savunuyor. ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ sözünün Lazlara zarar verdiğini söyledi.
– Ahmet Ergin: Öcalan’a özgürlük isteyen Emek Partisi’nin (EMEP) Ümraniye Belediye Başkan Adayı. Hendek operasyonlarında TSK operasyonlarının durmasını isteyen Barış Akademisyenlerine destek verdi. Onlar için gönüllü avukatlık yapmaya hazır olduğunu açıkladı. Çukurca’da 6 askerimizin şehit olmasından sonra başlayan operasyonlar için ‘Operasyonlar dursun, silahlar sussun’ adlı TSK’ya karşı hazırlanmış bildiriye imza attı.
– Fırat Epözdemir: Abdullah Öcalan’ın avukatlarının avukatı. PKK’nın desteklediği ve Öcalan’ın avukatlarının üye olduğu Özgürlük İçin Hukukçular Derneği Başkanı.
Daha çok örnek var. Merak edenler https://www.veryansintv.com/yazar/erdem-atay/kose-yazisi/istanbul-degil-kandil-barosu sayfasını ziyaret edebilir.
Hal böyle iken, Kaboğlu’nun seçim zaferi konuşmasında dile getirdiği “ilk dört maddeye de dokunulabilir” ifadelerine gelen tepkilere cevap mahiyetinde olan ama vitesin geriye alındığı da hissedilen açıklamasının bir hükmü var mı? Listesi apaçık meydanda.
Bu yazı, İbrahim Kaboğlu’nu Anayasa profesörü, milletvekilli, “hak, hukuk, adalet” savaşçısı saygın bir hukukçu olarak gören, kendisinin süreç içinde aldığı rolleri, çalışmalarını bilmeyen veya unutan, Kaboğlu’nun kurucu felsefe, devletin temel nitelikleri, üniter yapı ile olan uzlaşmaz çelişkilerinden, süreç içinde değişmeyen istikrarlı tavrından haberdar olmayan dostlar için başka bir bakış açısı mümkün mü düşüncesiyle kaleme alınmıştır.
Ama aynı zamanda bu yazı, özel olarak İstanbul Barosu’na mensup olan, genelde tüm meslektaşlarımız için bir uyarı ve mücadeleye çağrı metnidir. Zira bir şekilde bu sene Aralık ayında yapılacak olan Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulunda İstanbul Barosu Başkanı olarak TBB Başkanlığına adaylığı ciddi bir ihtimaldir.
O zaman da, Batı güdümlü teröre karşı mücadeleyi kimyasal silah yalanlarıyla hedef alan, açılım destekçisi, kumpas davalarda Fetöcü savcılar yanında müşteki olan, Uğur Mumcu Davasından, Adnan Oktar soruşturmalarına bütün önemli dosyalarda verdiği sahte, muayenesiz Adli Tıp Raporları ile dosyaları akamete uğratan “hekim”lerin tepesinde oturduğu ve Türkiye düşmanlığının merkezi haline gelmiş, Türk hekimlerinin ezici çoğunluğunu hiçbir şekilde temsil etmeyen Türk Tabipler Birliği’ne benzer bir Türkiye Barolar Birliği görme tehlikemiz vardır.
Aslında mevzu İbrahim Kaboğlu meselesi değildir. Barolar ve Türkiye Barolar Birliği gibi konumu son derece önemli olan meslek örgütü ve odalarını, demokratik kitle örgütlerini, aslında bütün bir örgütlü alanı, emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda, “demokrasi” “insan hakları” “barış” “çoğulculuk” gibi kulağa son derece hoş gelen, ancak Dünyanın son 40-50 yılına ve kriz bölgelerine baktığımızda hiç de masum olmayan argümanlarla denetim altında tutma mücadelesi olduğunu görmemiz gerekmektedir.
Barolar ve Türkiye Barolar Birliği üzerinde böyle bir denetimi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine, Büyük Devrimci Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e bağlı olan, insan hakları ve demokrasiyi dünyaya nizam vermeye çalışan küresel merkezlerden değil, zulme ve sömürüye karşı kendi mücadelesinden ve şanlı tarihinden öğrenen Türk Milletinin Avukatları ve Hukukçuları olarak kabul etmemiz mümkün değildir.
Mesleğimizi, baromuzu, Türkiye Barolar Birliğimizi, küresel efendilerinin çıkarları doğrultusunda, etnikçiliğin, bölücülüğün ve Türk Milletine düşmanlığın merkezi haline getirmek isteyenlere karşı mücadele önümüzdeki dönemin baş görevidir.
Hepimize kolay gelsin.
Av. Hasan Fırat Kayaönü