Av. Elif ESKİN
Dünümüze, Bugünümüze ve Geleceğimize Işık Tutan Bir Yaşam
Türk devriminin ideolojisi olan Kemalizmin belli başlı kuramcılarından olan, Atatürk’ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’u tanımadan ve anlamadan Türk Hukuk Devriminin ve bu devrimin en önemli adımlarından biri olan Medeni Kanunun önemini tam olarak kavramış olmayız. Milli bir kahraman, gerçek bir devrimci ve çok büyük bir hukukçu olan Mahmut Esat Bozkurt, Medeni Kanunumuzun hazırlık ve kabulü sürecinin de mimarıdır.
1892 İzmir Kuşadası doğumlu olan Mahmut Esat, İstanbul hukuk mektebinden mezun oldu. Hukuk mektebinde okurken gazeteciliğe de başladı. 1910 yılında, henüz 18 yaşında bir hukuk fakültesi öğrencisi olarak yazdığı makalede, “tecavüz edenin tecavüz ettiği kişi ile evlenmeyi kabul etmesi durumunda cezalandırılmayacağı” konusunu sorgulayarak bunun haksız bir hüküm olduğunu, evlilik olması durumunda bile kamu hukuku bakımından suçlu kişinin cezalandırılması gerektiğini savundu. Yüzyılı aşkın bir süre önce, bir Osmanlı aydını olarak savunabildiği bu düşünce dahi Türk kadını için gerçek bir devrimci adım olan Medeni Kanunun kabulü sürecindeki büyük rolünün hiç de tesadüfi olmadığını göstermektedir.
Mahmut Esat, İsviçre’ye giderek orada da hukuk okudu. Lisans diploması aldıktan sonra “Osmanlı Kapitülasyonları rejimi üzerine” adlı doktora tezi ile hukuk doktoru oldu. 1919’da Lozan’da kurulan Türk Talebe Cemiyetinin başkanlığına seçildi. Yurdun işgali üzerine derhal vatanına dönüp Kuşadası bölgesinde Kuvayı Milliyeyi kurup başına geçerek efelerle birlikte milli mücadeleye katıldı.
23 Nisan 1920’de TBMM’ne İzmir milletvekili olarak seçildi. 1922 yılında İktisat Vekili oldu. Savaşın bir iktisat işi olduğunu ve Türkiye’nin yaşama savaşında, ekonominin en büyük rolü oynayacağını değerlendiren, öncelikli olarak üretim ve tüketimin, dışalım ve dışsatımın dengelenmesi ve bunların yan unsurlarla desteklenmesi gerektiğini vurgulayan Mahmut Esat, bu nedenle uygulayacağı programa “Zafer İktisadiyatı” adını verdi. 1923 yılında onun önerisi, Atatürk’ün onayı ve onursal başkanlığında Türkiye’de ilk kez Milli İktisat Kongresi İzmir’de toplandı. 20 Nisan 1924’te kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun hazırlayıcıları arasında yer aldı. 1924’de, Ali Fethi Bey’in (3. Hükümet) kabinesinde Adliye Vekilliği’ne (Adalet Bakanlığı’na) atandı. 5 Kasım 1925’te Ankara Hukuk Mektebinin açılmasında emek sarf etti.
1924’de Adliye Vekilliğine atandı. 1925’de Ankara Hukuk Mektebinin açılmasını sağladı. 17 Şubat 1926 tarihinde TBMM’nde oybirliğiyle kabul edilen Medeni Kanunda en büyük emek ve başarı ona aittir. Kanunun bugüne dahi ışık tutan tarihi gerekçesini de dönemin Adalet Vekili olarak Mahmut Esat kaleme aldı. Ceza Kanunu, Borçlar Kanunu, İcra İflas Kanunu, Hukuk ve Ceza Yargılamaları Usulü Kanunları, Ticaret Kanunu ve Türk kadınının seçme ve seçilme hakkını kazanmasının ilk adımı olan Belediye Kanunu gibi Cumhuriyet’in temelini oluşturan kanunlar da onun döneminde hazırlanıp yürürlüğe girdi.
1927 yılında Ege denizinde Türk gemisi Bozkurt ileFransız gemisi Lotus’un çarpışması ve olayda 8 Türk denizcisinin ölümünü takiben, Türk Adliyesinin Fransız kaptanı tutuklaması üzerine Fransa ile yaşanan anlaşmazlığı sonuçlandırmak için Atatürk’ün de onayını alarak konuyu Lahey Adalet Divanına götürdü. Lahey’de Türk Hükümetini temsil edip yaptığı başarılı savunma ile davayı kazanarak dünya hukuk literatürüne “Bozkurt – Lotus Davası” olarak yerleşmesini sağladı. Mustafa Kemal Atatürk, bu başarısı nedeniyle kendisine “Bozkurt” soyadını verdi.
Üniversitede “devletler hukuku” ve “anayasa hukuku” profesörü olarak görev yaptı. Atatürk’ün isteği ile Türk gençliğine “ihtilalin hukuk tarihini” anlatmak üzere İstanbul Üniversitesinde görev aldı. 16 yaşından itibaren hayatı boyunca gazetelerde yazılar yazdı. Kimsesiz çocuklara ilişkin olarak yazdığı “yürekler acısı” adlı yazısını yazdıktan az sonra gazetede rahatsızlanarak kaldırıldığı hastanede 21 Aralık 1943 tarihinde 51 yaşında hayatını kaybetti.
Mahmut Esat Bozkurt’a göre “Türk hâkimininnazarında, bir vekili muhakeme etmekle, dağlar başında kimsesiz kalmış bir Türk çobanını muhakeme etmek arasında asla fark yoktur ve olamaz”. Savcıyı “Cumhuriyet Savcısı” olarak tanımlayan odur. Bunun gerekçesini açıklarken Gazi Mustafa KemalAtatürk’e, “Çünkü öyle zaman olur ki, Cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, elçiden bile hesap sorabilir. İşte bunu soracak da Cumhuriyet Savcısı’dır” demiştir. Adalet Bakanı olarak Cumhuriyet Savcılarına ise şöyle seslenmektedir: “Cumhuriyet Savcıları! Meriç kıyılarında çalışan Türk köylüsünün sabanından tutunuz da, bu yurtta yaşayanların uğrayacakları en ufak bir haksızlıktan, hatta Bingöl Dağları’nın ıssız kuytularında nafakalarını bekleyenlerin gözyaşlarından siz sorumlusunuz!” Ölümünün üzerinden 80 yılı aşkın zaman geçmiş olmasına rağmen bu büyük devrimcinin o tarihte ortaya koyduğu bu üst bilinç, vicdan, cesaret ve feraset bugün için de ne çok derslerle doludur ve yalnızca bugüne değil geleceğimize de ışık tutmaktadır.
Mahmut Esat Bozkurt’un Atatürk İhtilali I.Kitabının İthaf Bölümünden:
Bu kitapta…
Eserini anlatmaya çalıştım.
Yapabildim mi?
Ummuyorum.
Sen ve eserin o kadar yüksek ki;
Erişilmesi çok güç!
15 Eylül 1937
***
Yukarıdaki satırları, sağlığında yazmıştım.
Kitap ise ölümünden sonra çıkıyor.
Ne yazık!
Kitaptaki eksiklerin arttığında şüphe yoktur.
Fakat bu eksikler;
Eserinin değil, döktüğüm gözyaşlarının aşındırdığı, silip götürdüğü parçalardır.
Huzuruna paramparça olmuş bir gönülle, öksüz kalmış, yırtık pırtık bir kitapla çıkıyorum.
Af et…
Ve hoş gör!..
Ankara, 9 Mart 1940
743 Sayılı Türk Kanunu Medenîsinin Mahmut Esat Bozkurt Tarafından Kaleme Alınmış Olan Genel Gerekçesinden (Esbab-ı Mucibe Layihasından):
Türk Kanunu Medenisi TBMM’ye Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un imzasını taşıyan “Esbab-ı Mucibe Layihası” başlıklı bir üst yazı ile sevk edilmişti. Bu yazı Medeni Kanun’un bir tür genel gerekçesi niteliğini taşımaktaydı. “Ulusal egemenliğin ve laikliğin ete kemiğe büründüğü” bir metin olarak adlandırabileceğimiz genel gerekçe, her sözcüğü tarihsel önemde olmakla birlikte yazımızın kapsamı dikkate alınarak günümüz Türkçesinde yaklaşık aşağıdaki şekilde özetlenebilecektir:
“Mecellenin temeli dine dayanmaktadır. Kanunları dine dayalı devletler kısa bir zaman sonra ülkenin ve ulusun isteklerini karşılayamazlar. Çünkü dinler değiştirilemez hükümler ifade ederler. Hayat yürür; ihtiyaçlar süratle değişir. Değişmemek dinler için bir zorunluluktur. Bu itibarla dinlerin sadece bir vicdan işi olarak kalması gerekir. Esaslarını dinlerden alan kanunlar uygulanmakta oldukları toplumları indirildikleri iptidai devirlere bağlarlar ve ilerlemeye mani belli başlı etkenler arasında bulunurlar. Çağımızın medeniyetine mensup devletlerin ilk ayırt edici özelliği din ile dünyayı ayrı görmektir. Bunun aksi, devletin kabul ettiği din esaslarını kabul etmeyen kimselerin vicdanlarına tahakküm olur.
Çeşitli dinlere mensup tebaayı ihtiva eden devletlerde tek bir kanunun bütün topluma uygulanabilmesi için bunun din ile irtibatının kesilmesi, milli egemenlik için de bir zarurettir. Çünkü kanunlar dine dayalı olursa vicdan hürriyetini kabul mecburiyetinde bulunan devlette, farklı dinlere ait tebaa için ayrı ayrı kanun yapmak icap eder. Bu durum çağımızın devletinde olmazsa olmaz olan siyasî, toplumsal,millî birliğe tamamen aykırıdır.
Devlet yalnız tebaası ile değil; yabancılarla da temastadır. Bu takdirde onlar için de kapitülâsyon adı altında istisna kurallar kabul etmek gerekliliği ortaya çıkar. Lozan antlaşması ile kaldırılan kapitülâsyonların memleketimizde kalması için yabancılar tarafından sarf edilen çabanın en önemli kısmı bu nokta olmuştur.
Bundan başka Fatih Sultan Mehmet devrinden son zamanlara kadar gayrimüslim tebaa hakkında uygulanan istisna hükümlere özellikle bu dinî vaziyet yol açmıştır. Hâlbuki yeni Türk Medeni Kanununun getirilişi vesilesiyle memleketimizde mevcut azınlıklar Lozan Antlaşmasının kendilerine tanıdığı haklardan sarfınazar ettiklerini Adliye Vekâletine bildirmişlerdi.
Herhangi bir konuda memleketimizin bir yerinde verilen bir hüküm ile diğer bir yerinde verilen hüküm birbirinden çoğu zaman farklı ve çelişkili bulunmaktadır. Sonuç itibariyle halk, adaletin uygulanmasında düzensizliğe ve karmaşaya maruz kalmaktadır. Cumhuriyet, Türk adaletinin bu keşmekeşten, yokluktan ve pek iptidai durumdan kurtarılmasını ve devrimin ve asrımızın gereğine uygun yeni bir Türk Medeni Kanununun acilen oluşturulmasını zorunlu kılmıştır. Bu amaca uygun hazırlanan Türk Medeni Kanunu, mevcutlar içinden en yeni, en mükemmel ve halkçı olan İsviçre Medeni Kanunundan alınmış ve aktarılmıştır.
Türk milletinin kararı muasır medeniyeti kayıtsız şartsız bütün kuralları ile kabul etmektir. Bunun en bariz ve canlı delili bizzat devrimimizin kendisidir. Muasır medeniyetin Türk toplumu ile bağdaşmayan noktaları görülüyorsa bu Türk milletinin yetenek ve yatkınlığındaki eksiklikten değil onu gereksiz yere kuşatan ortaçağ kurumları ile dini kurumlardandır.”
Bu tarihi önemdeki, çağlar sonrasına dahi ışık tutan gerekçe ne yazık ki yeni medeni kanunun hazırlık aşamasında TBMM’nde günlük siyasi kaygı ve hesaplar için gözden çıkartılmış, günümüz Türkçesi ile yeni kanunda yer alamamıştır.
Mahmut Esat Bozkurt’a Yapılan Haksız ve Maksatlı Suçlamalar:
Büyük Türk devrimcisi Mahmut Esat Bozkurt’un dönemin hassasiyetleri nedeniyle yaptığı bazı konuşmalar, çok haksız biçimde ırkçılıkla suçlanmasına bahane edilmiştir. Bu çizgi bugün de çeşitli bölücü çevrelerce izlenmektedir. İstanbul Barosu Yönetim Kurulunun kararı ile 2005 yılından itibaren, hukukun üstünlüğünü, Cumhuriyetin kazanımlarını, çağdaşlaşmayı savunan ve çalışmalar yapan bir hukukçuya 5 Nisan Avukatlar gününde Mahmut Esat Bozkurt Hukuk Ödülü verilmekte iken,içindeki bölücü gurupların yaptığı kara propaganda ve baskıya teslim olan baro yönetiminin 2018 yılından beri bu önemli ödülü vermeyişini ibretle izlemekteyiz. 17 Şubatlarda çeşitli dernek, platform vb oluşumlarca “su olmadan denizi anlatmak” misali “Mahmut Esat Bozkurt”un adının anılmadığı Medeni Kanunun kabulü kutlama ve anmalarının yapıldığına tanık olmaktayız.
Oysa Mahmut Esat, yüzyıllarca kendi topraklarında yönetim ve toplumdan dışlanan, sömürülen, ezilen, horlanan, “etrak-ı bi-idrak” denen milletini o dönemde de hor görenlere, barbar diyenlere karşı savunmuş, “Türklük hak ettiği değeri bulacaktır” demiştir. Savaştan çıkmış, yoksul, yorgun ama muzaffer bir halk için Türklüğü yapıştırıcı bir güç olarak kullanır. Haksız iftiraların dayandırıldığı sözlerini, emperyalist devletlerin çıkarttığı Ağrı isyanından duyduğu üzüntüyü dile getirirken,içimizden çıkan hainleri kastederek söylemiştir.“Yahudi, Çerkeş, Arap, Arnavut, Rum, ne olacak? Böyle bir şey tanımak istemiyoruz. Bu öz Türk topraklarında böyle bir dava ardında koşanlar varsa onlar öz Türk değildir. Hem öz Türk haklarından çimlenmek hem de Çerkeslik, Yahudilik, Rumluk,Araplık davasını gütmek olmaz. Nerede kaldı ki Türkiye ahalisi hep bir ırktır. Azınlık haklarından vazgeçmek demek öz Türk haklarına mazhar olmak demektir. Bu azınlık haklarından fazladır. Azı bırakın çoğu alın diyoruz!” diyen Mahmut Esat Bozkurt, kendisine yöneltilen haksız eleştirileri “Benim lafım, teşkilatı esasiye mucibince Türk olup hala başka milliyet iddia edenler varsa onlaradır.” diyerek karşılamıştır.
Mahmut Esat Bozkurt’a yapılan saldırılar, dün olduğu gibi bugün de aslında Cumhuriyeti ve devrimleri hedeflemektedir. Türk devriminin namusu ve vicdanı olan bu büyük aydınımıza sahip çıkamayanların kendilerini Cumhuriyetçi ya da Atatürkçü olarak tanımlamaları büyük bir çelişki olup inandırıcılıktan çok uzaktır.
Bir Serdengeçti, Sönmeyen Bir Yanardağ…
Mahmut Esat Bozkurt, “Hiçbir halkın geriye gitme hakkı yoktur” diyen büyük bir devrimcidir. Türk devrim tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır.
Yusuf Ziya Ortaç’ın, Mahmut Esat Bozkurt’un ardından yazdığı makalesi şöyle biter: “İsviçre dağlarından Anadolu dağlarına silah omuzda koşan hukuk doktoru, serdengeçti Mahmut Esat Bozkurt, vatan hudutlarından fikir hudutlarına kadar her cephede döğüşe döğüşe, en son, kalem elinde, Allah’ına kavuştu… Bir yanardağı toprağa veriyoruz…”
Biz de bu büyük devrimcinin anısı önünde saygı ile eğiliyoruz.
Medeni Kanunumuzun kabulünün 98. Yıldönümünde Türk milletinin büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Mahmut Esat Bozkurt gibi kahraman yol arkadaşlarının izinde Cumhuriyet devrimine sahip çıkma ve ilerletme kararlılığına güveniyoruz.