Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü 19/10/2021 tarihinde, İbrahim Yaşar (B. No: 2016/9350) başvurusunda, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edilmediğine karar vermiştir. |
Olaylar
155 Polis İmdat hattına gece gelen bir ihbarda bombalı eylem yapılacağının belirtilmesi üzerine güvenlik güçlerince ihbara konu adrese saat 01.45 sıralarında bir operasyon düzenlenmiştir. Şüphelinin bulunamadığı evde el bombası, el yapımı patlayıcı maddeler, tabanca, şarjör, çok sayıda fişek ve bir adet cep telefonu bulunmuştur. Çevredeki bazı evlerde de usulüne uygun olarak arama işlemleri icra edilmişse de şüpheli yakalanamamıştır. Aynı gün bazı şahısların verdiği bilgiler neticesinde şüphelilerin başka bir evin müştemilatında bulunduklarının öğrenilmesi üzerine saat 16.30 sıralarında operasyon başlatılmıştır. Güvenlik güçlerinin uyarılarına silahla ateş etmek suretiyle karşılık verilmesi üzerine başlayan çatışma, üç şahsın ölü olarak ele geçirilmesi ile sona ermiştir.
Cumhuriyet Başsavcılığı olaya ilişkin olarak derhâl ve resen soruşturma başlatmıştır. Başvurucunun oğulları S.Y. ve A.Y.nin ölümü ile ilgili olarak Başsavcılık, güvenlik güçleri hakkında kasten öldürme iddiası hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz Sulh Ceza Mahkemesince reddedilmiştir.
İddialar
Başvurucu, güvenlik güçleri tarafından silahlı güç kullanılmasının gerekmemesine rağmen orantısız güç kullanılması neticesinde oğullarının hukuka aykırı bir şekilde öldürüldüğünü ayrıca olayın maddi koşullarının etkili soruşturulma yapılarak ortaya konulmadığını belirterek yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
1. Yaşam Hakkının Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası Yönünden
Başvuru konusu olayda güvenlik güçlerinin müdahalesi önceden planlama, istihbarat ve hazırlık çalışmaları yapılmış bir operasyon olmayıp anlık ihbarla başlayan bir müdahaledir.
Başvurucu, güvenlik güçlerinin herhangi bir uyarıda bulunmaksızın doğrudan ateş açtığını soyut şekilde ileri sürmüştür. Başvurucu, iddiasını hangi delile dayandırdığı, kimliklerinin araştırılmadığını ileri sürdüğü tanıkların kimler olduğu hususunda bir açıklamada bulunmamıştır. Dosyada ifadelerine başvurulan çatışmanın yaşandığı garajın bulunduğu evin ait olduğu K.Ö. ile N.Ö.nün silahlı güç kullanılmasının öncesinde gerekli uyarıların yapıldığı hususunda anlatımlarda bulunduğu, ayrıca Olay Tutanağı’nda gerekli uyarının yapıldığının belirtildiği görülmüştür.
Olay Tutanağı ile ifadelerden şüphelilerin güvenlik güçlerinin yaptıkları çağrıya rağmen teslim olmayarak yanlarındaki otomatik silahlarla güvenlik güçlerine ateş ettikleri sabittir. Her ne kadar bazı materyaller üzerinde yapılan inceleme sonucunda el bombası üzerinde parmak izlerine rastlanmasa da diğer kriminal raporlarda şüphelilerin el içleri ve yanakları ile diğer vücut bölgelerinden alınan svap örneklerinde atış artıklarına rastlandığı belirlenmiştir. Olay yerinde bulunan tüfekler, mermi çekirdekleri ve kovanlar üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen raporda ise söz konusu silahlardan çok sayıda mermi atıldığı, olayda güvenlik güçlerine karşı bir silah kullanımının söz konusu olduğu ifade edilmiştir.
Olay yeri incelemelerinde el bombasının bulunması ve başvurucunun oğlu A.Y.nin üzerinde bombalı saldırı düzeneğine ilişkin doküman ele geçirilmesi karşısında şüphelilerin bir saldırı hazırlığında olduğu değerlendirilmiştir. Güvenlik güçleri -Anayasa’nın 17. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan meşru amaç bakımından- sadece kendilerine yönelik silah kullanılmasından dolayı hayatlarını korumak için meşru müdafaa kapsamında silah kullanmamış, aynı zamanda bombalı bir saldırı gerçekleştirileceği yönünde kuvvetli bir şüphe bulunması nedeniyle üçüncü kişilerin/sivillerin hayatlarının korunması kapsamında da hareket etmiştir.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmediğine karar vermiştir.
2. Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası Yönünden
Cumhuriyet Başsavcılığı konuyla ilgili olarak derhâl bir soruşturma başlatarak gecikmesinde sakınca bulunan hâl kapsamında arama kararı vermiş, ölüm olayının bildirilmesinden sonra derhal olay yerine giderek gerekli incelemeleri yapmış ve tutanakları düzenlemiştir.
Olay yerini inceleyen polislerin Terörle Mücadele Şubesinde görevli olmadığı, balistik ve biyolojik incelemeyi yapan kişilerin olaya karışan kişilerle bağlantılı olduğuna dair bir bilginin bulunmadığı, olay yeri ve incelemelerinin, maddi delil araştırmalarının bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından ve hiyerarşik olarak da olaya karışan güvenlik güçleri dışındaki kolluk marifetiyle gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Aynı kapsamda, olay mahallinde bulunan el bombası üzerinde parmak izlerinin bulunmadığına dair raporlar da yine soruşturmada yer alan kriminal polis laboratuvarlarınca hazırlanmıştır. Bu nedenlerle başvurucunun soruşturmanın bağımsız olmadığına dair somut bir veri, belge veya delil sunmaksızın sadece soyut bir şekilde iddialarda bulunduğu böylece somut olayın koşullarında başvuruya konu soruşturmanın yeterince bağımsız şekilde yürütüldüğü değerlendirilmiştir.
Baştan itibaren herhangi bir kısıtlama kararı bulunmayan soruşturma dosyasında, başvurucunun soruşturmanın ilk aşamasından itibaren aktif olarak katılabilme imkânına sahip olduğu, ayrıca dilekçe verebildiği, ölüm olayına ilişkin olarak ayrıntılı gerekçe içeren takipsizlik kararının kendisine tebliğ edildiği, buna göre her türlü olanağa sahip olan başvurucunun soruşturma sonucunda verilen karara karşı itiraz yolunu kullanabildiği anlaşılmıştır. Bu bağlamda başvurucunun ifadesine soruşturma evresinde hiç başvurulmamış olmasının somut olayın koşullarına göre bu ilke yönünden tek başına bir eksikliğe sebebiyet vermediği değerlendirilmiştir.
Başvuruya konu olan ve 31/7/2015 tarihinde başlatılan soruşturmada 16/3/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, karara yapılan itirazın ise Sulh Ceza Mahkemesinin 8/4/2016 tarihli kararı ile reddedildiği bu nedenle soruşturmanın makul sürat ve özenle yürütüldüğü anlaşılmıştır.
Olay yeri incelemeleri, keşif, ölü muayenesi ile otopsi işlemleri bizzat Cumhuriyet savcısının katılım, refakat ve gözetimi ile icra edilmiştir. Cumhuriyet savcısı her türlü maddi delilin uzman personel ve kriminal laboratuvarlarınca inceletilmesine yönelik çok sayıda işlem gerçekleştirmiştir.
Cumhuriyet savcısının vermiş olduğu kovuşturmaya yer olmadığına dair karara bakıldığında Cumhuriyet savcısı olayın gelişimini aktardıktan sonra şüphelilerin güvenlik güçlerinin teslim olmaları yönündeki çağrısına ateşli silahlarla karşılık verdiklerini, güvenlik güçlerinin 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 16. maddesinde düzenlenen yetki ve hakka istinaden, bu yasal yetki sınırlar içinde kalarak orantılı ve ölçülü bir biçimde silah kullandığını kabul etmiştir.
Bu karara yapılan ve bireysel başvuru formunda ileri sürülen iddiaları içeren itiraz dilekçesi üzerine Sulh Ceza Mahkemesi de ileri sürülen hususlara ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesine, Anayasa’nın 17. ve 90. maddelerine, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 24. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 20. maddesine yer verdikten sonra anılan koşulların kanun emrinin yerine getirilmesi şeklindeki hukuka uygunluk sebebi olduğunu kabul etmiş ve ileri sürülen itirazları reddetmiştir.
Ölüm olayını çevreleyen koşulların tespiti ve varsa sorumluların tespitine engel olmadığı sürece Anayasa’nın 17. maddesi gereğince yürütülecek soruşturmalarda soruşturma makamlarının olayın gelişimine ve delillerin elde edilmesine ilişkin olarak ölen kişinin yakınlarının her türlü iddialarını ve taleplerini karşılama zorunluluğu bulunmamaktadır. Somut olayda, başvuruya konu soruşturmadaki hiçbir unsur tek başına veya bir bütün olarak Cumhuriyet savcısının olayların sebebini araştırmadığına ve soruşturma aşamasında toplanması gereken delillerin tamamının toplanmadığına, soruşturmanın bağımsız olmadığına, toplanan delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız analizini yapmadığına işaret etmemektedir. Böyle bir durumda ve insan haklarına saygılı olan bir hukuk devletinde silah kullanımının zorunlu durumda ve ortaya çıkan tehlikeye nazaran orantılı biçimde kullanıldığını, dolayısıyla silahlı güç kullanan polislerin eylemlerinin hukuka uygun olduğunu değerlendirerek kovuşturmasızlık kararı ile sonuçlanan soruşturmanın etkili yürütülmediğini söylemek mümkün değildir.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir. |
Kaynak: anayasa.gov.tr