Mızrap Bebek Hadisesi

“Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman.”

Nazım Hikmet Ran

“Nikâhsız karısından doğan Mızrap adındaki çocuğunu kurban etmek maksadıyla boğazından keserek taammüden öldürmekten sanık M.K.’nın bozma üzerine yapılan duruşmasının…”

İnsan öldürme suçlarına bakan Yargıtay 1. Ceza Dairesi kararına bu cümle ile başlamıştır.

27.10.1964’te ise 1. Ceza Dairesinin görüşüp karara bağladığı vahşi bir cinayetin ilahi sebep ve gerekçeler ile gerçekleştirilmesini takdiri indirim sebebi olarak kabul ediyordu. Bu karar yerel mahkeme, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Yargıtay 1. Ceza Dairesi olmak üzere tüm aşamalarda aynı gerekçe ile kabul edilmişti.

Vahşi cinayete ilişkin Yargıtay 1. Ceza Dairesinin kararı şöyleydi:

“Nikâhsız karısından doğan Mızrap adındaki çocuğunu kurban etmek maksadıyla boğazından keserek taammüden öldürmekten sanık M.K.’nın bozma üzerine yapılan duruşmasının sonunda: Suçunun sübutuna ve sanığın bir hadiseyi atlatırsa çocuğunu Allah yoluna kurban edeceği şeklindeki inancı ile işbu suçu işlediği anlaşıldığından bu hususun sanık lehine takdiri azaltıcı sebep olarak kabulüne mebni TCK’nin 450/4, 59, 31, 33’üncü maddeleri uyarınca müebbeden ağır hapsine ve sürekli olarak kamu hizmetlerinden yasaklanmasına ve cezası süresince kanuni kısıtlılık halinde bulundurulmasına dair Ağır Ceza Mahkemesi’nden verilen 24.9.1964 günlü hüküm resen temyize tabi olduğundan dava evrakı C. Başsavcılığı Yüksek Makamı’ndan tebliğname ile Yargıtay Birinci Ceza Dairesi’ne gönderilmekle okunup iş anlaşıldıktan sonra gereği konuşuldu ve aşağıdaki karar tespit edildi:

Toplanan deliller karar yerinde incelenip sanığın suçunun sübutu kabul, olay niteliğine ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin, cezayı azaltan sebebin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş ve bozma gereği de yerine getirilmiş olduğundan re’sen temyize tâbi olan hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi onanmasına 27/10/1964 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.»

25 Şubat 1966 tarihli Cumhuriyet Yargıtay 1.CD’nin kararını şu yorumu ile yayımlamıştır:

“Hakikî İslâm dininin, ilmi hüviyetiyle ilerici, daima tekâmülü hedef tutan bir din olduğunda şüphe yoktur. Bütün yenilikleri İslâm toplumu için şart koşan, Çin’deki ilmi dahi aramayı tavsiye eden bir din bugün istismarcıların elinde bir gericilik timsali haline gelmiş ve yukarıya naklettiğimiz Mızrap çocuk olayını bir babaya telkin edecek hale düşmüştür. Bütün İslâm âleminin (geri kalmış milletler) toplumu içerisinde sayılmış olmasında, hakikî İslâm dininin değil, bu dinin istismarcılar elinde almış olduğu gerici şeklin, en büyük âmil bulunduğunda şüphe edilmemelidir. Elektriği, kamyonu, traktörü, uçağı gâvur icadı sayan traktörün sürdüğü tarladan çıkan buğdaydan yapılmış ekmeğin haram olduğunu ileri süren, bankaya para yatırmanın dine ihanet olacağını yayan ve bütün bunları dinî kisve içerisinde din adına yapanlarla Türk toplumunun daha hangi uçurumlara kadar yuvarlanabileceğini tahmin cidden güçtür. Resmî mahkeme ilâmıyla bugün kamu oyuna duyurmaya çalıştığımız Mızrap çocuk bu uçurumun bir sembolüdür. Diyanet İşleri, yukarıya aktarmış olduğumuz kanunî görevlerini, daha uzun bir süre geciktirdikçe daha bir çok Mızrap çocukların Allah yoluna kurban edileceğinden şüphe edilmemelidir.”

“Bizim kanımıza göre bu sebep, müşterek kamu vicdanı önünde, hafifletici bir takdir sebebi olmaması gerekir. Çünkü yirminci asırda bırakınız İslâm dinini, hiç bir dinde çocuğunu kurban adağı yaparak böyle bir fiili işlemek kuralı mevcut değildir. Böyle bir inanç, ancak ilk çağların mabutlara kurban adamak, genç kızları bu şekilde mâbutlara peşkeş çekmek gibi devirlerine aittir ki, İslâm dini, ilk kuruluş günlerinden beri böyle bir âdeti en şiddetli bir şekilde reddedegelmiş bulunmaktadır. İş böyle olunca, bir babanın çocuğunu bu şekilde boğazlamaya kadar varan hareketini, cezayı hafifletici bir sebep olarak kabul etmekte cemiyetin faydası değil, zararı vardır. Hâkim ise, takdir hakkını kullanırken cemiyet ortamının herhangi bir İşlemi ne suretle telâkki edeceğini bilmek ve ona göre hareket etmek mecburiyetindedir.”

Olay 1979’da Atıf Yılmaz tarafından film yapılır. “Adak” isimli bu filmin başrolünü Tarık Akan ve Necla Nazır paylaşır. Kara cehalet filmde çok güzel biçimde anlatılır. Ancak kocaman bir soru/sorun ortada durmaktadır ve o günden bugüne dek kar topu gibi büyüyerek gelmiştir: Hukukun bilimsel yaklaşımı. Buna “hukuk aklı” diyeceğim.

Yargıtay kararında “Allah yoluna kurban edeceği şeklindeki inancı ile işbu suçu işlediği anlaşıldığından” denilerek takdiri azaltıcı sebep öngörülmüştür. Merak edenler için hemen belirtelim ki sanığın herhangi bir akıl hastalığı bulunmadığı Adli Tıp tarafından tespit edilmiştir. Zaten mahkeme akıl hastalığı sebebi ile değil “Allah yoluna kurban edeceği şeklindeki inancı ile işbu suçu işlediği” gerekçesine dayanarak cezada indirim yapmıştır. Ağır ceza mahkemesi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Yargıtay 1. Ceza Dairesi bu kararda hem fikirdir. Zaten konuyu dramatik hale getiren durum da budur. Konu karar yargı sistemimizin hiçbir aşamasında eleştirilmeden tam bir oydaşma ile onaylanmıştır. Olayın vahşi yanı ise kararı daha da dramatik hale getirip, topraklarımızda dahi yaşanmamış Avrupa’nın Orta Çağı’na fırlatmaktadır.

Faruk EREM’in bu konuda:

“İrticanın siyaset aracı olarak kullanılmasında ne kadar ağır bir sorumluluğun bulunduğunu bu karar kadar hiçbir şey gösteremez. Böylesine sorumluluğu, bir ‘dünya nimeti’ (!) için yüklenebilmek cesaretinin gerçek Müslüman’da bulunması imkânsızdır.”

Demekte ve şu soruyu sormaktadır: “Fakat ‘Mızrap çocuk’ konusundaki sosyal felaketin ve binlerce çeşit faciaların önüne nasıl geçeceğiz?”

Bilim ile geçeceğiz. Hukuk aklı ile hukukun bilimsel yöntemle uygulanması çağlar ve siyaset üstü bir alandır. Örneğin binlerce yıl öncesinde kalan Sümerlerin dini, siyaseti bugün konuşulmamakta ve ancak yarattıkları bilim bugünkü bilimde hala konuşulmakta, ışık kaynağı olmaktadır.

Bilime “Adak” Emektir

Lisede yatılı okulda iken her ay küçük bir miktar harçlık verilir, yılda bir kat baştan aşağı ayakkabıya dek üniforma, yılda bir kez de kitap/kırtasiye için devlet yardımı verilirdi. Anlaşmalı kırtasiye/kitapçıya gider alışverişimizi yapardık. Birçok arkadaşım havalı kalemlere, dini kitaplara yahut roman benzeri kitaplara yönelirdi. Ben her türlü yağmada sona kaldığım, otobüste trende ayakta kaldığım gibi bu yağmada da sona kalırdım. Ancak bunu kitap seçme konusunda biraz da bilinçli yapardım. Kitapçıya gittiğimde arkadaşlarımın TÜBİTAK yayınlarına hiç dokunmadığını görür ve gönlümce seçme imkânı bulurdum. Bilenler vardır, TÜBİTAK devlet destekli olduğundan kitaplar hem dayanıklı ve kaliteli hem de beşte bir fiyatınadır. Arkadaşlarım 2-3 kitap alabilirken ben TÜBİTAK yayınlarından 10-15 kitap alabiliyordum.

Aldığım kitaplardan çok etkilendim. Ancak biri var ki 13 yaşındaki beynime çeki düzen verip bilimsel düşünme yöntemini yükledi: “Bilimin Öncüleri”. Yazarı Cemal Yıldırım kitaplarında “profesör” unvanını kullanmaya dahi ihtiyaç duymayan çok özel bir bilim insanıdır.

Bu kitabın son cümlesini söyleme hakkı Albert Einstein’a verilmiştir:

“Bende özel yetenek arayanlar yanılıyorlar; sadece derin bir anlama merakım var.”

Bilimsel Yöntem

Hukukun bilim olmadığı iddia edilemez. Hatta birçok bilimin bir araya gelerek anlayabileceği multidisipliner bir alandır. Bu sebepledir ki hukuk sosyolojisi, hukuk felsefesi dersleri esaslı hukuk fakültelerinde en ağır derslerdendir. Okulum Ankara Üniversite Hukuk Fakültesinde bu derslerden okulu uzatan çok kişi vardır.

Bilimsel yöntem:

1-Problemi ortaya koyma

2-Probleme dair veri toplama

3-Problemin çözümüne dair hipotezler oluşturma

4-Hipotezleri test etme

5-Sonrasında ise olası çözüme ulaşma yani teori aşamasına uzanan bir yoldur.

Savcıların suçu öğrenmesi, delil toplaması, suçun varlığına dair hipotez kurması ve hipotezin mahkeme huzurunda hâkim, savcı, müdafi, vekilce tartışılarak maddi gerçeğe ulaşma çabası tamamen bilimsel yöntem ile işler.

Bilimsel yöntemi insan ilişkilerine de uyarlayabilir ve insan ilişkilerini daha iyi anlamaya başlayabilirsiniz. Burada önemli olan peşin hükümlü olmamak, ideoloji, din gibi düşünce sınırlarından kurtulmak ve Einstein’ın dediği gibi “anlamaya” çalışmaktır.

Osmanlının neden geri kaldığını araştıran Osmanlı devlet yetkilileri ve entelektüelleri Avrupa’da bir kavram olduğunu ve ancak bu kavramın Osmanlı dilinde karşılığı olmadığını söylemişlerdir. Sonrasında bu kelimenin karşılığı olarak “hürriyet” kelimesi kullanılmıştır. Mustafa Kemal’in ezbere bildiği, Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi bu kelimenin yayılmasında çok etkili olmuş önemli sanat eserlerindendir. Cumhuriyet Dönemi’nde ise “özgürlük” kelimesi türetilmiştir ve unutulmamalıdır ki bilimin ilerlemesi için özgür düşünce hayatidir.

Cehalet

Mızrap Bebek hadisesi o yıllarda yargının durumunu ortaya koyan hem kendisi hem de verilen karar açısından çok vahşi ve vahim bir olaydır. Cehaletten kaynaklanan kötülük ile kasıttan kaynaklanan kötülük açısından fark yoktur. Günümüz Türkiye’sinde de hukuk biliminin sistematiğini içsel bir davranış modeli haline getirememiş hukukçularımız çok açık hukuki meselelerde dahi yanılmaktadır. Delillerin yeterli değerlendirilmediği, hukuka aykırı delillere itibar edildiği, olayların bilimsel yöntemle değil de şahsi sübjektif kanaatlerle değerlendirildiği bir sürece girdik. Bu durumun da kar topu gibi büyüyen etkileri vardır. Vatandaş artık “tanıdık hâkim savcı” aramakta, delilleri etkilemeye, yönlendirmeye çalışmakta, “sisteme” ayak uydurmaya” çabalamaktadır.

Ömer Seyfettin’in “Herkesin İçtiği Su” isimli öyküsünde Çin’de bir tufan olacağı, o tufanın suyundan içenlerin delireceği bilgisini alan alimlerden bahsedilir. Alimler, İmparatorla görüşüp kendileri ve yöneticiler için sağlıklı su depolarlar. Tufanın suyundan içen halk delirir ve yöneticileri dinlememeye başlar. Ülkenin kontrolünü kaybeden imparator alimlere danışınca ilginç bir çözüm önerisi alır: “Herkesin içtiği sudan içmekten başka çare yoktur.” Herkesin içtiği suyu içen yöneticiler halkın dilinden anlayıp, yeniden ülkenin kontrolünü sağlamışlardır.

Hukuk sistemimiz bir çok sebepten zor durumdadır. Ancak hukukçulara düşen herkesin içtiği sudan içmemeleri ve herkesin o suçtan içmesini de engellemektir. Umut değil hakikat peşindeyiz.

Çağlar hukuk aklı ile yükselir. Yoksa Mızrabın vebali üstümüzde kalır.

“Mızrap kelimesi ‘drb’ sesinden gelir. Bir şeye vurmak, ses getirmek anlamında. Babası Mızrap’a vurmuş, Mızrap sana. Sesi de telden değil senden gelmiş.”[1]


[1] Yazımızın ilk halini bir platformda yayımladıktan sonra değerli bir okuyucumuzun bana ilettiği mesajdır.

Paylaş
Paylaş
Paylaş
Paylaş
Paylaş
Benzer Yazılar
default-featured-image
‘Örselenmiş kadın’ hukuk kriteri olsun
default-featured-image
Yargıtay son noktası koydu! Maaş geçiş promosyonu...
i
Ülkenin PKK İle Mücadelesinde Halkın Gaz Bombasından Etkilenmesi Hak İhlalini Oluşturmaz-AYM Kararı
773x435_cmsv2_c889a1f1-98d8-599f-ae50-11fe5d156835-4814412
12 Yıldır Süren Davada Taraf Uzun Yargılamadan Dolayı Tazminat Hak Eder
alkolsatisi
Polis, Gece 22.00'dan Sonra Alkol Satışı Yapıldığına İlişkin Alıcı Kılığında Büfeye Tuzak Kuramaz
ankara-bam-4-123-07-202016-05
Her Ne Kadar Eşi ,Uyuşturucunun Sanığa Ait Olduğunu Söylese de Sanığın Kabulu Etkin Pişmanlık Hükmünü Oluşturur
569ae394-95b6-4415-aff8-89b675fee871b18d927d-177b-4859-ba00-88e448e92846
Koronavirüs Dolayısıyla Kiranın Düşürüldüğüne İlişkin Haberin BAM Kararı
907441-642x340
Yargıtay, Faturanın Sahteliğinde Bu Hususlara Dikkat Ediyor
arabuluculuk-nihai-tutanaginin-sunulmamasi-gerekcesiyle-davanin-reddi_65b78
Arabuluculuk Nihai Tutanağının Sunulmaması Gerekçesiyle Davanın Reddi
aile_konutundaki_serh_nasil_kaldirilir_h11977_2550f
Aile Konutu Şerhinin Terkini İstemi
ziraat-bankasi-halkbank-vakifbank-garanti-bbva--4882707
Bankalara Rekabete Aykırı Davranışlar
752x395-milyonlarca-arac-sahibini-ilgilendiriyor-danistay-acikladi-artik-hacizli-araclar-1560862424685
Hacizli Aracın Tescil Talebi, Noter Satışından Sonra Konulan Hacizler