“Kadınlar,erkeklerden daha çok aydın,
daha çok feyizli,
daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar”
M.Kemal Atatürk
Cumhuriyetin İlânından sonra
Kadınların sosyal alanda, siyasi alanda ve hukuk alanında elde ettikleri haklar, aşamalı bir şekilde gerçekleşmiştir. İsviçre Medeni Kanunu’nu örnek alarak hazırlanan Türk Medeni Kanunu’nda, kadın ile erkek yasalar önünde eşit sayılmıştır. Örneğin; arazi kanunu ile artık babanın mirasında kız evladı da hak sahibi olmuştur. Evlenen kızlardan alınan gelinlik vergisi ortadan kalkmış, köleliğin son bulmuş, cariyelik kavramı yok olmuştur. Kadınlar yavaş yavaş sokağa çıkmaya başlamış, okullarda eğitim görme hakkı elde etmişlerdir. Atatürk erkek-kadın ayrımı gözetmeksizin ikisinin de eşit olduğunu belirtmiş, TBMM açılış konuşmasında, kadınların ve erkeklerin eşit düzeyde eğitim görmesi gerektiğini söylemiştir.
Kadının toplumda kalıcı olarak yer bulması için eğitimin şart olduğunu biliyoruz. 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat kanunu ile eğitim alanında kadın-erkek eşitsizliği ortadan kalkmıştır.
1930 yılında kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı tanınmıştır. 1933 yılında Köy Kanununun 20. ve 25. Maddelerinde yapılan değişikliklerle kadınlara köyde muhtar ve ihtiyar kuruluna seçme ve seçilme hakkı verildi. Çine Karpuzlu nahiyesinin merkezi Dereköy’den ilk kadın muhtarımız Gül Hanım muhtar seçilir.
Kadının toplumsal hayattaki belki de en önemli haklarından biri milletvekili seçme ve seçilme hakkıdır. Öncelikle sadece belediye meclislerinde seçme ve seçilme hakkı tanınan kadınlar, 1924 Anayasası’nın 10 ve 11. Maddelerinde yapılan değişiklikler ile, 1934’te milletvekili olarak seçme ve seçilme hakkına sahip olur. Bu sayede artık Türk kadınına eşit yurttaşlık hakkı verilmiştir.
1960 Anayasası, özellikle getirdiği sendikal haklarla çalışan kadınlar açısından ileri bir nitelik taşır. Çalışan kadınlar, sendikalaşma, kreş, doğum izni gibi haklara kavuşmuştur. Kadınlar, 1962 sonrası sosyal ve ekonomik koşulların dayatmasıyla, çalışma hayatında gittikçe daha çok yer almaya başlarlar ancak çalışma hayatı açısından yeni zorluklar gelir. Kadın, eşit işe eşit ücret alamamakta, iş ortamında çeşitli zorluklarla (mobbing, doğum ve süt izni, işyeri kreşi..) karşılaşmaktadır. Çoğunlukla da sigortasız çalıştırılmaktadır.
Dünyada kadın sorunlarına ilgi Türkiye’de de görülmüş, 1975 yılında BM’nin bu yılı “Dünya Kadın Yılı” ilân etmesiyle kadın sorunu uluslararası düzeyde yapılan konferanslarla ele alınmıştır. Hiç şüphesiz 1975 yılından günümüze kadar Türk Kadını pek çok hak elde etmiştir. Elde etmiş olduğu hakların farkına varma ve bu hakları kullanma adına çok önemli gelişmeler söz konusu olmuştur.
Darbeler ve ‘Kadına Şiddet’ sarmalı
12 Eylül 1980 darbesi sonrası düzenlenen 1982 Anayasası’nın “Aile Türk Toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” şeklindeki “Ailenin Korunması” başlıklı 41.madde hükmü ile devlet, özellikle ananın ve çocukların korunmasını sağlamakla yükümlü kılınır.
Ancak Anayasa’nın bu açık hükmüne rağmen, 1998 yılına gelinceye kadar ailenin gerek dış etkilere, gerekse aile içi koruma konusunda genel düzenlemeler dışında özel bir yasal düzenlememiz yoktu.
1985 yılında Türkiye, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1979′da kabul edilen ve1981′de yürürlüğe giren Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW)’ ni imzalar. BM’e, Türkiye’deki bazı feminist, radikal kadın örgütleri Gölge Raporlar sunar.
Toplumda yaşanan işsizliğin, gerileşmenin, yolsuzlukların ve yoksullaşmanın en önemli olumsuz yansıması, kadına yönelik şiddetin artmasıyla kendini gösterir. Kadınların, emeğinin ekonomik-siyasi-sosyal fiili eşitlenmesi için mücadelesi yanında, günlük hayatta yaşadığı şiddete karşı mücadele yürütmesi zorunluluğu kendiliğinden ortaya çıkar.
4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun
14 Ocak 1998’de 4320 Sayılı “AİLENİN KORUNMASINA DAİR KANUN” kabul edilir. 4 maddelik bir kanundur. Kanun’da sadece yaklaşmama, uzaklaştırma, iletişim araçları ile rahatsız etmeme gibi tedbirler düzenlenir. Bu kanun, aile içi şiddeti önleme konusunda yapılan ilk özel yasal düzenlemedir. Mart 1998’de bu yasanın nasıl uygulanacağını gösteren yönetmelik de yayınlanır. Ne var ki, yasanın günün koşullarına yeterli yanıt veremediği süreç içinde görülür.
İstanbul Sözleşmesi
11 Mayıs 2011’de İstanbul’da, aynı yıl Türkiye tarafından da onaylanan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) imzalanır.
İstanbul Sözleşmesi bir uluslararası sözleşme olarak ülkelerin kendi yasalarının uygulanmasında dikkate almaları beklenilen düzenlemeleri içerir. İstanbul Sözleşmesi’nin Türk Yargısı içinde bir yaptırım gücü yoktur. Sadece tavsiye niteliğinde düzenlemeler içerir. Ancak bu tavsiyeler de Türk Toplumunun yapısına, kurumlarına, hukuk yapısına, gelenek ve göreneklerine uymuyor. Uymadığı için de zaten toplumsal ve hukuki yaşamın dışında kalıyor. Türkiye açısından küçük bir grup açısından savunulmaya mâhkum olan bir sözleşme olmuştur. Çünkü sözleşmenin ülkelerden beklentilerinin çatısını oluşturan “Toplumsal Cinsiyet” kavramını savunmanın toplumlarda etnik ve cinsel kimlikler üzerinden ayrıştırıcı, bölücü amaçları içerdiği, Avrupa Konseyi’nin Grevio raporlarındaki saptamalarından ortaya çıkmıştır.
Toplumsal Cinsiyet kavramı iyiniyetli gibi görünebilir ama bu çatı kavramın altında LGBT’nin sürekli artan bütün biçimleri, feminizmin bütün biçimleri toplumsal cinsiyet özgürlüğü ve cinsel kimlikler üzerinden toplumların yeniden formüle edilmesinin biçimi olarak ortaya konuluyor. Kadının kurtuluşu, kadının ezilmişliğinin çözümü olarak toplumsal cinsiyet üzerinden herhangi bir çözüme ulaşılması mümkün değildir.
Toplumsal Cinsiyet kavramı sonunda, Batının ortaya attığı adeta kadının sorunlarını çözümsüzlüğe mâhkum etmekten öteye geçmiyor. Nitekim feminist çevrelere bakıyorsunuz, söylemlerinin tamamının, bakış açılarının devlete/erkeğe/polise/orduya, yani bir ülkeyi ülke yapan, bir ulusu ulus yapan değerlere karşı çıkmak biçiminde özetlenebilir. Bu değerlere karşı çıkınca o toplum insanlığın bir parçası olarak, kadınıyla erkeğiyle nasıl ileriye gidebilecek?
Ulusları içerden sözde özgürlükler adına zayıflatmaya, parçalamaya neden olacağı tehlikesini içerdiğinden çok sayıda devlet imzalarını çekmişler, ya da hiç imza atmamışlardır.
Türk Mahkemelerinin hiçbirisi, hiçbir yerel mahkemede esasen, İstanbul Sözleşmesi dikkate alınarak kararlar oluşturmamıştır. Bizim kendi toplumsal yapımıza uygun biçimde hazırlanmış, bugünün hukuksal gereksinimini neredeyse tamamen karşılayan 6284 sayılı yasa ve TCK ilgili hükümlerini dikkate alarak karar vermektedirler. İstanbul Sözleşmesi’nin kabulünden sonra şiddetin azaldığını, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığında şiddetin arttığını gösteren kurumsal veriler, istatistiki bilgiler yoktur.
2012’de 6284 Sayılı Kanun ve değişiklikleri
8 Mart 2012 tarihinde, 6284 sayılı “AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN” kabul edilir. 25 maddelik kanun, oldukça ayrıntılı, şiddetin önlenmesi açısından kadını toplumsal varlık olarak hak ettiği çağdaş düzeye çıkaracak düzeydedir.
6284 Sayılı Yasa’yı özetlersek:
-Önleyici tedbirler konusunda aile mahkemesi hâkimi, mülki amir ve kolluk amiri yetkilidir.
-Koruyucu tedbirler içinse sadece aile mahkemesi hâkimi ve kolluk amiri yetkilidir.
-Kolluk ve Cumhuriyet başsavcılığınca yerine getirilecek koruyucu ve önleyici tedbirler
-Bu tedbirlerin takibi ve etkin olarak uygulanmasının sağlanması
-Bu konuda ŞÖNİM’lerin (Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezleri) kurulması
-Şiddet eyleminden sonra bedensel ve ruhsal bütünlüğü zedelenen şiddet mağdurlarının zararlarından dolayı, geçici maddi yardım yapılması (m. 3-b ve m. 17)
-Mağdurun sağlık tedavi giderlerinin karşılanması (m. 19)
-Mağdurun geçici maddi destek ve tedavi harcamaları yönünden sosyal yardım anlayışıyla desteklenmesi düzenlenmiştir.
Konunun genel hükümlere bırakılması, meselenin kendine özgü özellikleri nedeniyle sakıncaları içermektedir. Özellikle mağdurun şiddet uygulayana karşı ayrıca dava açıp tazminat istemesi, yeni şiddet fiillerine zemin oluşturabilmektedir. Tazminat elde etmişse de şiddet uygulayan yeterli mali güce sahip olmayınca, tazminat kararı işlevsiz kalmaktadır.
Nafaka süresiz midir?
Tarafların boşanma davasındaki koşulları değerlendiren hâkimin takdiri ile nafaka madden güçsüz taraf, genellikle de boşanma ile yaşayacağı güçlükler gözönüne alınarak kadın lehine yoksulluk nafakası adıyla kararı verilen bir düzenlemedir. Süresiz olmayıp, koşulların değişmesine kadar belirsiz süreli olan bir düzenlemedir. Nafaka alanın koşullarının değiştiğini ileri süren taraf, bir dava açarak bu durumu delillendirir ise nafaka ortadan kaldırılır.
ŞÖNİM(Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezleri)
6284 Sayılı Yasa içinde düzenlenmiştir. ŞÖNİM’e başvurularda, ŞÖNİM’in yedi gün yirmidört saat esasına göre çalışması öngörüldüğü halde, uygulamada barınma yeri dışında destek verilmemesi, barınma yeri desteğinde bazı sorunlar yaşanması, sosyal hizmet uzmanlarının sadece mesai saatleri içinde çalışmalarından dolayı kesintisiz şekilde yedi gün yirmidört saat hizmetin verilememesi nedeniyle sorunlar yaşanmaktadır.
Şiddet eyleminden sonra bedensel ve ruhsal bütünlüğü zedelenen şiddet mağdurlarının zararlarının tazmin edilmesi bakımından 6284 Sayılı Kanun’da özel hükümler gereklidir. Çalışma gücü kaybı, ekonomik geleceğin sarsılması, kalıcı destek kaybı gibi zarar kalemleri açısından, çözüm genel hükümler çerçevesinde sorumluluk hukukunun uğraş alanına bırakılmış iken son değişiklikler ile Kanun Koyucunun şiddeti önleme kararlılığı umut vericidir.
Uygulamada yaşanan aksaklıklar izlenerek yasada iyileştirmelerin süreceğinin önemli diğer işareti, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele IV. Ulusal Eylem Plânı (2021-2025)’dır. Yakından ve birlikte gelişmeleri izlemek, gerekirse katkıda bulunmak üzere yapıcı işbirlikleri konunun nihaî çözümü açısından çok değerlidir.
KADES
İçişleri Bakanlığı, KADES adlı örnek bir uygulama başlatmıştır. Bu mobil cep uygulaması çok başarılıdır. Pratikte acil sonuçlar alınmasında, mağdura ve günlük hayatta şiddete uğrayanlara 3-6 dakika gibi bir sürede güvenlik desteği ulaşmaktadır.
Yasanın giderilmesi gereken eksikleri yanında, şiddete karşı büyük güvence oluşturmuştur ve tamamen toplumsal yapımıza uygun düzenlenmiştir.
– Mağdurun çalışma gücü kaybı, ekonomik geleceğinin sarsılması, kalıcı destek kaybı açısından,
– Şiddetin nedenlerini ortadan kaldıracak önleyici ve koruyucu düzenlemelerinin eş zamanlı uygulanması,
düzenlemelerinin yapılması, giderilmesi gereken eksikliklerdir.
Sonuç
Milletimizin yarısını oluşturan kadının varlığının ve emeğinin, ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal yönden fiilen eşitliğe kavuşmasının yolu, üretime dayalı bir milli kalkınma seferberliğini hedeflemek ve bizzat ekonomiyi çağdaş seviyenin üstüne çıkarmakla mümkündür. Kadının toplumsal yaşamımızda, ayrımcılığın olmadığı, bütün çağdışı gerici etkilerin bitirildiği tam fiili eşitlikle yer alması tamamen ve kesin olarak buna bağlıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kadına ve çocuklara yönelik şiddet tehlikesi olduğunda veya şiddetle karşılaştıktan sonra değil, şiddetin ana kaynakları olan yoksulluğun, yolsuzluğun, yozlaşmanın, geri kalmışlığın ortadan kaldırılmasını hedeflemelidir.
- Burhan Göksel, “Atatürk ve Kadın Hakları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 1/1 (1984), s.226-227