Ben 19 Ocak 1940 doğumluyum. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve Ekonomi Bölümünden sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini tam müfredatıyla tamamlayarak mezun oldum. 17 yıl devlet memuriyeti 40 yıl da avukatlık mesleği yaptıktan sonra 81 yaşına bastım.
CHP iktidarında ilkokulu, Demokrat Parti iktidarı döneminde de ortaokul, lise ve Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdim. 27 Mayıs devriminin olduğu 1960 yılında Mülkiye’nin birinci sınıfında öğrenciydim. Devrimden önce öğrenci eylemlerine de katıldım. 29 Nisan 1960 günü SBF öğrencilerinin yaptığı boykotu baştan aşağı canlı olarak yaşadım. Bu sebeple de 27 Mayıs 1960’tan sonra zamanın yöneticilerinin yargılandığı Yassıada davalarında tanık olarak ifademe başvuruldu. Böylece Yassıada mahkemesinin katıldığım bir duruşmasıyla yargıyı tanımış oldum. O günden bu güne tarihimizde iz bırakan önemli olaylara da tanıklık yaptım.
Zaman zaman bu sayfada deneyim ve bilgilerime dayalı görüşlerimi genç meslektaşlarımla paylaşmanın yararlı olacağını düşünüyorum. Bu bilgi ve deneyimleri ileriki günlerde paylaşmadan önce bugünkü yazımda üzerimde etkisi olan tarihi bir olayı anımsatmak istiyorum.
1920 yılında ülkemiz ve milletimiz tarihin en büyük emperyalist saldırısına uğradı. Düveli muazzama dedikleri itilaf devletleri ülkemizi baştan aşağıya işgal etti. İşgalin egemen olabilmesi için de halkımızın can ve mal güvenliği tamamıyla yok sayıldı. Toplu katliamlar yapıldı. O günlerde emperyalizmin işbirlikçileri de işgalci ülkelerin destekleriyle güçlü örgütlenmelere gittiler. Örneğin Kürt Teali Cemiyeti, İslam Teali Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti gibi derneklerle kamuoyunu emperyalist amaçlar doğrultusunda örgütlemeye çalıştılar.
Yaşanan kaos ve büyük felaketler üzerine milli iradenin çözüm bulması ve egemenlik sağlaması çabaları da etkili olmaya başladı. İstanbul’da Meclis-i Mebusan toplandı. O günkü seçim sistemine göre çeşitli örgütlerden seçkin kişiler milletvekili olarak göreve çağırıldı. Göreve çağırılanların birisi de o tarihteki İstanbul Barosu idi. İstanbul Barosu iki temsilciyi mebus (milletvekili) olarak meclise seçti. Bunlardan birincisi İstanbul Barosu Başkanı Av. Celalettin Arif bey diğeri de Av. Hüseyin Avni beydi. Her ikisi de İstanbul Darülfünununda (Üniversitesinde) esas teşkilat (anayasa) dersi hocalarıydı.
İstanbul Barosu Celalettin Arif beyi mebusluğa aday gösterirken örnek ve tarihi bir karar da aldı. Bu karara göre en büyük dava vatanı kurtarma davası olduğu için Celalettin Arif bey vatan kurtarılıncaya kadar Baro Başkanlığından süresiz izinli sayıldı. İlk genel kurul toplantısını da vatanın kurtarılma tarihine erteledi. Celalettin Arif bey mecliste Misak-ı Milli sınırlarını çizen ve bu hedefin gerçekleşmesi için önergeyi meclise veren milletvekiliydi. Önergenin mecliste savunmasını da Saruhan mebusu Celal bey (Bayar) yapmıştı.
Vatanımızın sınırlarının esası bu Misak-ı Milli’dir. Bizler mesleğimizi bu sınırlar içinde sürdürmekteyiz. İşte beni en çok etkileyen olay da o günlerde İstanbul Barosunun aldığı tutum, tuttuğu taraftır. Emperyalizmin gücü İstanbul Barosu ve üyelerine sökmemiştir. O günkü İstanbul Barosu mensubu üstadlarımızı rahmet, saygı ve onurla anmak ben dahil bu sayfanın okuyucusu tüm meslektaşlarımın vazifesidir.