İcra ve İflas Kanununun “Üçüncü Şahsın Zilyedliği” başlığı altında düzenlenen 99’uncu maddesinde haczedilen malın, borçlunun elinde olmayıp da üzerinde mülkiyet veya diğer bir ayni hak iddia eden üçüncü kişi nezdinde bulunması halinde, üçüncü kişi yedieminliği kabul ettiği takdirde malın muhafaza altına alınamayacağı hükme bağlanmıştır. Bu ihtimalde icra müdürü, üçüncü kişi aleyhine icra mahkemesinde istihkak davası açması için alacaklıya yedi gün süre verir. Bu süre içinde icra mahkemesine istihkak davası açılmaz ise üçüncü kişinin iddiası kabul edilmiş sayılır. Alacaklı tarafından süresinde açılan dava sonuçlanıncaya kadar, haczedilen malın satışı yapılamaz. Haczin, üçüncü kişinin yokluğunda yapılması ve üçüncü kişi lehine istihkak iddiasında bulunulması halinde de aynı hüküm uygulanır.
Öncelikle Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119.maddesinde dava dilekçesinde hangi hususların bulunması gerektiği açıkça belirtilmiş olup açılmış bir istihkak davasından söz edebilmek için de HMK’nın 119’uncu maddesinde yazılı unsurları taşıyan dava dilekçesi düzenlenerek mahkemeye verilmesi, başvuru harcı ile peşin ilam harcının yatırılması gerekir (Y.21.HD. 6.3.2007 T. 7166-3304). Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da bir kararında aynı hususu vurgulamıştır; “…HMK’nın 322/1.maddesi yollamasıyla istihkak davalarında da uygulanması gerekli HMK’nın 119 maddesinde dava dilekçesinde bulunması gerekli kayıtlar on bent halinde açıkça belirtilmiştir. Bu kayıtların istihkak davasına asli katılma (müdahil) dilekçesinde de bulunması gerekir.” (YHGK. 21.2.2001 T. 1/147-173) (Yargıtay 21.Hukuk Dairesi Başkanı Ali GÜNEREN, İcra ve İflas Hukukunda İstihkak Davaları, 3.Baskı, Yetkin Yayınevi, ANKARA 2014, s.669).
Yine HMK gereği istihkak davalarında davacı, dava dilekçesinin istem sonucu bölümünde, açıkça neye karar verilmesini istediğini yazmak zorundadır. Şayet istem sonucu yeterli açıklıkta değilse, dava dilekçesinin diğer bölümlerindeki açıklamalardan davacının ne istediği yorum yoluyla anlaşılamıyorsa hakim, istemin ne olduğunu kesin olarak saptayabilmek için davacıyı veya davacı vekilini istem sonucunu açıklamaya davet etmelidir. Bu husus Yargıtay’ın birçok kararında vurgulanmıştır; “…Davacı, dava dilekçesinin istem sonucu bölümünde, açıkça neye karar verilmesini istediğini yazmak zorundadır. Örneğin istihkak davacısı, mülkiyet hakkına dayanmışsa istem sonucu bölümünde dava konusu hacizli malın kendisine ait olduğunun tespiti ile üzerindeki haczin kaldırılmasını, rehin hakkına dayanmışsa, hacizli malın rehin hakkı ile yükümlü olarak, haczedilmiş sayılmasına karar verilmesini istemesi gerekir. İstem sonucu yeterli açıklıkta değilse, dava dilekçesinin diğer bölümlerindeki açıklamalardan davacının ne istediği yorum yoluyla anlaşılamıyorsa hakim, istemin NE OLDUĞUNU KESİN OLARAK SAPTAYABİLMEK İÇİN DAVACIYI VEYA DAVACI VEKİLİNİ İSTEM SONUCUNU AÇIKLAMAYA DAVET ETMELİDİR. (HMK.m.31). Yargıtay uygulaması da bu yöndedir : HGK . 8.12.2010 T. 17/516-641, 17.HD. 19.4.2011 T. 2010/10637-3656 ; 21HD. 22.5.2001 T. 3716/3999 – Dilekçede istem sonucu noksan ise hakim tarafından verilecek bir haftalık kesin süre içerisinde davacı tarafından bu noksanlık tamamlanmadığı takdirde mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir (HMK.m.119, 2).” (Aynı yönde 21.HD.22.5.2001 T. 3716/3999) (GÜNEREN, s.687).
İstihkak davalarında geçerli bir alacak ile geçerli bir haczin varlığı özel dava şartıdır. Bu nedenle takip dayanağı alacağa karşı açılan menfi tespit davası sonucu alacak ortadan kalkarsa istihkak davası da konusuz kalır. Bu kapsamda menfi tespit davaları, istihkak davaları yönünden bekletici mesele yapılmalıdır. Yargıtay uygulaması ve doktrinde ifade edildiği üzere menfi tespit davasının davacı borçlu lehine sonuçlanarak takip konusu alacağın mevcut olmadığının kesinleşen kararla tespiti halinde, icra takibi ve haciz geçersiz hale gelir. İstihkak davalarında geçerli bir alacağın ve haczin varlığı özel dava şartı olduğundan, diğer bir deyişle menfi tespit davası sonucu davacı borçlu lehine verilip kesinleşen kararın istihkak davası hakkında verilecek kararı geçerli bir haczin yokluğunun sübut bulması, istihkak davasını konusuz hale getirerek etkileyeceği gerekçesiyle istihkak davası hakkında karar verilebilmesi için icra mahkemesince menfi tespit davasının bekletici sorun (bekletici mesele) yapılması gerektiği ifade edilmiştir. (Prof.Dr. Timuçin MUŞUL, İstihkak Davaları, Adalet Yayınevi, 2.Baskı, Ankara 2017, s.58). Yargıtay uygulamasında aynı görüş hakimdir;
Yargıtay 17.Hukuk Dairesinin 25.3.2014 T. E.2012/9142 K.2014/4289 sayılı kararı; “…Dava İİK.96 vd maddeleri gereğince üçüncü kişi tarafından açılmış istihkak istemine ilişkindir. Dava dışı borçlu … tarafından davalı alacaklı … aleyhine dava konusu … İcra Müdürlüğünün … sayılı takip dosyasındaki borçla ilgili olarak … Asliye Ticaret Mahkemesinin … Esas sayılı dosyası ile menfi tespit davası açıldığı anlaşıldığından anılan dosyanın sonucu ve kesinleşmesi beklenerek sonucuna göre davası üçüncü kişinin istihkak davası yönünden karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi isabetli görülmemiştir.” (Aynı yönde Y.8.HD. 24.6.2013 T. E.2013/4711 ; K.2013/9848 ; Y.17.HD. 2.4.2013 T. E.2013/489 K.2013/4684) (MUŞUL, s.58).
Yargıtay 17.Hukuk Dairesinin 10.10.2011 T. E.2011/7440 K.2011/8898 sayılı kararı; “…Dava 3.kişinin İİK’nın 96 vd maddelerine dayalı olarak açtığı istihkak davasına ilişkindir. Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden, davaya konu takibin dayanağı borçla ilgili olarak borçlu tarafından alacaklı aleyhine … Asliye Ticaret Mahkemesinin … Esas sayılı dosyasıyla borçlu olmadığı iddiasıyla menfi tespit davası açıldığı anlaşılmaktadır. Bu davanın sonucunun görülmekte olan istihkak davasının sonucunu etkileyeceği açıktır. Bu nedenle …… Asliye Ticaret Mahkemesinin … Esas sayılı dosyasının BEKLETİCİ MESELE YAPILARAK kesinleşen sonucuna göre karar verilmesi gerekirken…” (Aynı yönde Y.17.HD. 28.4.2011 T. E.2011/3784 ; K.2011/4063 ; Y.17.HD. 12.4.2011 T. 2011/2906 E. 2011/3371 K. ; Y.17.HD. 8.3.2011 T. E.2011/970 K.2011/2096 ; YHGK 2.4.2008 T. E.2008/21-282 K.2008/296.) (MUŞUL, s.58) ; (Aynı yönde menfi tespit davası sonucunun, istihkak davası için bekletici mesele yapılması gerektiğine dair (17.HD. 26.3.2013 T. 15074/4213 ; 19.3.2013 T. 16460/3718 ; 9.4.2012 T. 1375/4270 ; 8.3.2012 T. 10070/2830 ; 11.2.2013 T. 15522/1341 ; 30.1.2012 T. 11838/753 ; 10.10.2011 T. 7440/8898 ; 28.4.2011 T. 3784/4063 ; 19.4.2011 T. 2342/3699 ; 12.4.2011 T.2906/3371) (UYAR, Talih: İstihkak Davaları, Bilge Kitapevi, Ankara 2020, s.216).
Takip hukukuna dayalı istihkak davalarında davanın dinlenebilmesi için takip konusu alacağın da gerçek olması gerekir. Bu husus özel dava şartıdır. Alacağın varlığını ispat yükü alacaklıda olup alacağın varlığı ispatlanmadığı sürece davanın dinlenebilirlik koşulu gerçekleşmemiş sayılır ve davanın dava şartı yokluğundan reddi gerekir. Bu kapsamda alacağın gerçek olmadığına dair itiraz halinde alacağın gerçek olup olmadığının tespiti amacıyla borçlunun ticari defterlerinde borcun dayanağının araştırılması gerekir (Prof.Dr. Timuçin MUŞUL, İstihkak Davaları, Adalet Yayınevi, 2.Baskı, Ankara 2017, s.9).
Yargıtay 17.Hukuk Dairesinin 21.05.2012 T. 4098/6451 sayılı kararında; “…Hacizden doğan istihkak davalarında, gerçek bir alacağa dayalı icra takibinin bulunması dava koşuludur. Ortada, gerçek bir borç yoksa alacak da olmayacağından geçerli bir icra takibinin varlığından söz edilemez. İstihkak davasında, davacı (veya davalı) konumunda olan 3.kişi icra takibine konu alacağın gerçekte bulunmadığını, borçlu ile alacaklı arasında danışık bulunduğunu ileri sürebilir ve bu iddiasını veya savunmasını tanık dahil her türlü delille ispat edebilir (TMK.m.6). Takibin danışıklı olduğu yönünde güçlü deliller bulunduğu takdirde mahkemece danışığın kendiliğinden ele alınıp araştırılması gerekir. …Böyle durumlarda alacaklı veya borçlunun ticari kayıtları üzerinde yaptırılacak bilirkişi incelemesiyle aralarında borç miktarını karşılayacak bir ticari ilişki veya alışverişin olup olmadığına, kambiyo senedinin ticari kayıtlarda yer alıp almadığına bakılması ve sonucuna göre takibin, danışıklı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.” (Yargıtay 21.Hukuk Dairesi Başkanı Ali GÜNEREN, İcra ve İflas Hukukunda İstihkak Davaları, 3.Baskı, Yetkin Yayınevi, ANKARA 2014, s.553).
Yargıtay 17.Hukuk Dairesinin 21.05.2012 T. 4098/645 sayılı kararında; “…hacizden doğan istihkak davalarında geçerli bir haczin, dolayısıyla geçerli bir icra takibinin bulunması dava şartıdır. Ortada gerçek ve geçerli bir borç olmadığı icra takibinin haczin yapılmasını sağlamak için danışıklı olarak başlatıldığı yönünden kuvvetli deliller varsa mahkemenin bu hususu resen ele alıp araştırması gerekir.” (Yargıtay 21.Hukuk Dairesi Başkanı Ali GÜNEREN, İcra ve İflas Hukukunda İstihkak Davaları, 3.Baskı, Yetkin Yayınevi, ANKARA 2014, s.555) (Aynı yönde 21.HD. 26.02.2008 T. 224/3022) (COŞKUN, İİK Şerhi, s.2438).
Hukuken hak ya bir akitten veya haksız fiilden doğar. Fatura bir akit olmayıp, muteber bir akdin ifası ile ilgili ticari vesika olduğundan, bizzat fatura tebliği herhangi bir alacak hakkı doğurmaz (ÜNAL, s.172.). Geçersiz bir sözleşmeye 8 gün içinde itiraz etmeme, muteber olmayan sözleşmeye geçerlilik de sağlamaz. Buna dayalı bir faturaya itiraz edilip edilmemesinin de bir kıymeti yoktur. Demek oluyor ki, TTK.m.21 hükmünün düzenlediği ve madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere, faturanın, onu teslim alan muhatabı borç altına sokabilmesi için evvel emirde borç doğurucu bir hukuki ilişkinin (ki bu hukuki ilişki kanun metnine göre bir sözleşmedir Y.11.HD. 1968/3605 E., 1968/4337 K. -ERİŞ, s.279) bulunması ve faturanın bu hukuki ilişkiye istinaden verilmesi şarttır. Bu husus doktrinde de tartışmadan uzaktır. (Y.15.HD., 1998/928 E., 1998/1319 K.; Yargıtay İçtihatları Birleştirme HGK.Kararı, 2001/1 E., 2003/1 K.). (ÜNAL, s.133-134.).
Tekraren belirtmek gerekir ki salt fatura düzenlenmesi alacaklıya alacak talep hakkı vermez. Alacaklının fatura konusu malları borçluya teslim ettiğini usulüne uygun deliller ile kanıtlaması gerekir. Faturaların alacaklı defterlerinde kaydının olması ve alacaklının tek taraflı düzenlediği kantar fişlerinin mal teslimini kanıtlamaya yetmediği gibi tanık beyanları ile de mal teslimi kanıtlanamaz. Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 2010/13884 E. 2011/8100 sayılı kararında da aynı husus vurgulanmıştır; “…Salt fatura düzenlenmesi davacıya alacak hakkı vermez. Davacının fatura konusu malları davalıya teslim ettiğini usulüne uygun deliller ile kanıtlaması gerekir. Faturaların davacı defterlerinde kaydının olması ve davacının tek taraflı düzenlediği kantar fişlerinin mal teslimini kanıtlamaya yetmediği gibi tanık beyanları ile de mal teslimi kanıtlanamaz.” (Aynı yönde Y.11.HD. 1978/1788 E, 1978/1687 K. ; Y.19.HD. 19.02.2004 T. 2003/4214-1479 ; Y.13.HD. 23.12.2013 T. 2013/17138-32219 ; Y.19.HD. 07.03.2012 T., 2011/11222-3563 – COŞKUN, Menfi Tespit-İstirdat Davaları, s.276). (Y.3.HD. 2000/4885 E. 2000/5011 K. Yargıtay 11.HD. 1977/5304 E., 1977/5594 K. (TEKİL, s.84); Yargıtay HGK, 1978/11-1147 E., 1980/1418 K.(TEKİL, w.128-129 dipnot 10); Yargıtay 11.HD 1977/1857 E., 1977/2032 K.; Yargıtay HGK. 1979/11-317 E., 1979/285 K. (DOĞANAY, Şerh, s.149).
Tüm bu hususlarla birlikte alınan faturaya sekiz gün içinde itiraz edilmezse, fatura sadece (miktar) ve (fiat) yönünden kabul edilmiş sayılır. Yoksa faturada yazılı mal ya da hizmetin daha önce ifa edildiği kabul edilemez (YAVUZ, s.168.). Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 28.6.1990 T.; 4593/5189 sayılı kararı da aynı yöndedir; “Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere ve sadece faturanın malın teslim edildiğinin delili olamayacağına, teslimin ayrıca belge ile kanıtlanması gerekeceğine ve bu hususun kanıtlanmış olmasına göre, davacı vekilinin karar düzeltme isteğinin reddine…” (YAVUZ, s.168.). (Faturanın tek başına borcun varlığını ispata yetmeyeceğine dair YHGK 1978/11-1147 E. 1980/1418 K. ; Y.11.HD. 1986/5016 E. 5415 K. ; Y.19.HD. 2010/9165 E. 2011/4317 K. ; Y.13.HD. 1984/3755 E. 1984/4382 K. ; Prof.Dr. Oğuz Kürşat Ünal, Fatura ve Teyit Mektubu, 5.Baskı, Bilge Yayınevi, ANKARA 2013, s.133-134).
Dolayısıyla istihkak davalarında da alacaklının, alacak iddiasını HMK.m.200 kapsamında yazılı belge ile ispatla yükümlü olduğu kanaatindeyiz. Nitekim TMK.m.6 ve HMK.m.190 kuralı gereğince de borçlunun borcun olmadığını iddia ettiği durumlarda yokun ispatı mümkün olmadığından ispat yükü alacak iddiasında bulunan alacaklıya ait olacaktır (Prof.Dr.Baki KURU, İcra ve İflas Hukuku, II.Baskı, ANKARA 2013, s.371 ; Yargıtay Üyesi Nihat YAVUZ, Menfi Tespit ve İstirdat (Geri Alma) Davası, ANKARA 2007, s.142 ; Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, İcra ve İflas Kanunu Şerhi, 5.Baskı, ANKARA, s.1725-1730).
Bu bilgiler ışığında İİK’nın 97/a maddesine bakıldığında; maddenin birinci fıkrasında kabul edilen bir taşınır malı elinde bulunduran kimse onun maliki sayılır şeklindeki mülkiyet karinesi, karineye dayanan kimseyi ispat yükünden kurtarır. Bu husus Hukuk Muhakemeleri Kanununun 190.maddesinin ikinci fıkrasında da ifade edilmiştir; “Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karine temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.” İstihkak iddiasına konu malların üçüncü kişinin elinde haczedilmesi durumunda ise mülkiyet karinesi üçüncü kişinin lehine olduğu için bu durumda ispat yükü, hacizli malın borçluya ait olduğunu iddia eden alacaklıya aittir. Alacaklı malın üçüncü kişiye değil borçluya ait olduğunu ispat yükü altındadır. Bu nedenle üçüncü kişi istihkak davası açmak zorunda bırakılmış olsa dahi, ispat yükü alacaklıda olacaktır. Çünkü ispat yükünün belirlenmesinde tarafların davadaki rollerinin bir ilgisi bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle ispat yükü tarafların davadaki konumları ile değil; iddia ettikleri vakıalarla ilgili bir husustur. Üçüncü kişinin istihkak davası açmış olması, uyuşmazlığın icra mahkemesi önüne getirilmesi bakımından önemlidir ancak davanın üçüncü kişi tarafından açılmış olması, malın üçüncü kişi elinde haczedilmesi nedeniyle mülkiyet karinesinden yararlanması gerçeğini değiştirmez (Prof.Dr. Hakan PEKCANITEZ – Prof.Dr. Muhammet ÖZEKES, İcra ve İflas Hukuku, Onikilevha Kitapevi, 7.Baskı, İstanbul 2020, s.202) (Aynı yönde Prof.Dr. Timuçin MUŞUL, İstihkak Davaları, Adalet Yayınevi, 2.Baskı, Ankara 2017, s.330-335 ; KURU, Baki, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, 2.Baskı, 2013, s.579 ; UYAR, Hukuki Mütalaalar, s.604-938). Özetle haczin, İİK.m.99 uyarınca taşınır mal üçüncü kişi yedinde iken yapıldığı durumlarda istihkak davasının mülkiyet karinesi lehine olan üçüncü kişi tarafından İİK.m.96 hükmüne dayanılarak açılması halinde dahi ispat yükü yer değiştirmeyeceği için alacaklı, mülkiyet karinesinin aksini ispat yükü altındadır. (KURU, B. İcra ve İflas Hukuku, C.2. s.1135) (Aynı yönde Y.8.HD. 10.09.2015 T. 14550/16152 ; Y.21.HD. 25.2.2010 T. 321/2093 ; Y.15.HD.22.6.1994 T. 3179 /4213 ; UYAR, Hukuki Mütalaalar, s.604 ; UYAR, İcra ve İflas Kanunu Şerhi, s.8868 ; ÖZKAN, s.509).
İİK.m.97/a hükmünde yer alan karineden yararlanmak için elde bulundurmanın malik sıfatıyla olması da gerekmez (GÜNEREN, s.780). Kanuni düzenlemede ifade edilen mahcuz malı elde bulundurma kriteri içinse haciz tarihindehaczin yapıldığı adresi kimin kullandığına bakmak gerekir. Şayet hacze konu adresi 3.kişi kullanıyor ise, mülkiyet karinesi (m.97/a) 3.kişi lehine olacağından, yasal karinenin aksini ispat yükü haciz alacaklısı üzerindedir (Y.17.HD. 18.6.2013 T. E.2012/7436 K.2013/9304 ; 24.09.1969 T. E.İDD.356 – K.701). Yargıtay ödeme emrinin 3.kişinin adresine tebliğ edilmemesi halinde de mülkiyet karinesinin 3.kişi yararına olduğu görüşündedir (Y.21.HD. 30.4.2002 T. E:3011 K:3802 ; Aynı yönde Y.21.HD. 4.7.2002 T. E.5223 K. 6526 ; UYAR, Talih: İcra ve İflas Kanunu Şerhi, 2.Baskı, Turan Kitapevi, 2006, s.8873.) Yargıtay 3.kişi şirketin borcun doğumundan önce kurulması halinde de mülkiyet karinesinin 3.kişi lehine olacağı görüşündedir Yargıtay 21.Hukuk Dairesi 27.11.2007 T. 20483/21293 sayılı kararında bu hususu vurgulamıştır; “…Haciz, davacı üçüncü kişiye ait işyerinde yüzüne karşı, borçlunun yokluğunda yapılmış olduğundan, davacının bu işyerinde borcun doğumundan önce ticari faaliyete başladığı vergi dairesi yazısı ve diğer belgelerle, bu kanıtları doğrulayan tanık anlatımlarından anlaşılmakta olduğundan ve ödeme emri borçluya başka adreste tebliğ edilmiş bulunduğundan borçlunun adresinin haciz yapılan yerle de bir ilgisi bulunmadığından, bu durumda mülkiyet karinesi davacı yararına olduğundan, hacizli malların davacıya ait sayılacağını…” (UYAR, Hukuki Mütalaalar, s.591) (Aynı yönde Y.21.HD. 4.7.2002 T. E.5223 K. 6526 ; Y.21.HD. 30.10.2000 T. 5801/6411 – UYAR, Talih: İcra ve İflas Kanunu Şerhi, s.8873).
Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin. 25.2.2010 T. E.2009/321 K.2010/2093 sayılı kararı; “…Haciz yapılan yerin borçlu şirketin takip adresi olmadığı gibi, ödeme emrinin de haciz yerinde borçlu şirkete tebliğ edilmemiş olması halinde, davalı borçlu ile üçüncü kişi şirketin borçtan önceki tarihte kurulduğu, ortaklar arasında bağa da rastlanılmamış olması nedeniyle, yasal karinenin davalı üçüncü kişi yararına olduğu gözönünde bulundurularak, bunun aksini ispat yükünün davacı alacaklıya ait olduğu sonucuna varılarak, uyuşmazlığın buna göre sonuçlandırılmasının gerekeceği” (UYAR, Talih, İcra ve İflas Hukukuna İlişkin Hukuki Mütalaalar, Bilge Kitapevi, Ankara 2017, s.973).
Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 11.03.2008 T. 2007/7627;3996 sayılı kararı; “…Haciz uygulanan … adresinde yer alan imalat işyeri, davacı 3.kişi adına … tarihinden bu yana tescillidir. Borçluya ödeme emri bu adreste tebliğ edilmediği gibi takip dayanağı faturalarda da bu adres borçlu adresi olarak gösterilmemiştir. …Bu durumda İİK’nın 97/a maddesinde öngörülen mülkiyet karinesi davacı yararına olup karine aksi yani haciz adresinin ve hacizli malların borçluya ait olduğu alacaklı tarafından ispat edilememiştir. Bu durumda … davacı ve borçlu şirket ortakları arasında organik bağ bulunduğundan söz edilerek ispat yükü ve kanıtlar yanlış değerlendirilerek reddi usul ve yasaya aykırı olup…” (Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, İİK Şerhi, 5.Baskı, ANKARA 2016, s.2444) (Aynı yönde Y.8.HD. 06.06.2016 T. 20017/9928 ; UYAR, Talih: İstihkak Davaları, Bilge Kitapevi, Ankara 2020, s.172 ; 24.09.1969 T. E.İDD.356 – K.701 ; E.İstanbul Hukuk Hakimi Hasan ÖZKAN, : İstihkak İddiası ve Davası, Legal Kitapevi, İstanbul 2013, s.485).
Yargıtay uygulaması ve doktrinde ifade edildiği üzere haciz mahallinde borçlu şirkete ait herhangi bir evrakın bulunmadığı, 3.kişi şirketin borcun doğumundan çok önce kurulduğu, daha önce aynı adreste hiç bulunmadıkları, ortaklık yapılarının benzer olmadığı, ticaret siciline ayrı ayrı kayıtlarının yapıldığı ve ticari adreslerinin ayrı olduğu, ortaklarının ayrı olduğu durumlarda alacaklının muvazaa iddiasının ispatlandığı da düşünülemez. Kaldı ki haciz yapılan üçüncü kişiye ait adres ve işyerinde borçluya ait bir takım belgelerin bulunması dahi tek başına, o işyerinin borçluya ait olduğunu ya da borçlu ile üçüncü kişi arasında muvazaalı devir olduğunu göstermez. (UYAR, Hukuki Mütalaalar, s.601). Yine borçlu ve 3.kişi konumundaki şirketlerin aynı konularda faaliyet göstermesi de tek başına muvazaa iddiasının ispatına yeterli değildir (Y.8.HD. 10.09.2015 T. E.2015/14550 K. 2015/16152 – MUŞUL, s.358). Bir veya birkaç kişinin borçlu şirket ile istihkak iddiasında bulunan 3.kişi şirkette ortak olması halinde dahi mülkiyet karinesi 3.kişi lehinedir (MUŞUL, s.398).
Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin 18.01.2016 T. 9515/38 sayılı kararında; “…Borcun doğumundan evvel borçlu şirketin haciz yapılan adresten ayrıldığı, borcun doğumundan yaklaşık 2 yıl öncede borçlu şirketin ortaklarının şirketteki paylarını devrettikleri, borçlu şirket kurucusu ile 3.kişi şirketin kurucu ve ortaklarının akraba olduklarının kanıtlanamadığı, HACİZ MAHALLİNDE BORÇLU ŞİRKET ORTAK VE YETKİLİLERİ İLE BORÇLU ŞİRKETE AİT HERHANGİ BİR EVRAKIN BULUNAMADIĞI, borçlu şirket ile 3.kişi şirket arasında örtülü işyeri devri yapıldığının belirlenemediği dikkate alındığında davalı 3.kişi şirket ile borçlu şirket arasında organik bağın kanıtlanamadığının kabulü gerekeceği, bu nedenle İİK’nun 97/a maddesindeki mülkiyet karinesi davalı 3.kişi şirket yararına olup bu yasal karinenin aksi davacı alacaklı tarafından kesin ve inandırıcı delillerle ispat edilemediğinden davanın reddine karar verilmesi gerekeceğini” (UYAR, İstihkak Davaları, s.187). (Borçlu şirkete ait haciz mahallinde evrak bulunamaması nedeniyle muvazaa iddiasının ispatlanamadığına dair Y.8.HD.17.10.2014 T. E.10590 K.18623 UYAR, Hukuki Mütalaalar, s.972).
Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin 25.04.2017 T. 5792/6126 sayılı kararında; “…3.kişi şirketin borcun doğumundan çok önce kurulduğu, daha önce aynı adreste hiç bulunmadıkları, ortaklık yapılarının benzer olmadığı, ticaret siciline ayrı ayrı kayıtlarının yapıldığı ve ticari adreslerinin ayrı olduğu, ortaklarının ayrı olduğu, organik bağ olmadığı, mahcuz makinelerin ödemelerinin banka vasıtası ile ödemiş olduğu, ticari defter kayıtları ile ibraz edilen faturaların birbirini doğruladığı, çalışanların her iki şirkette de çalışmış olmalarının, iki şirket arasında hukuki bağ olduğuna dair karine oluşturmadığı, borçlu şirketin ortağı ve yetkilisi olan kişin ile yeğeninin dava şirkette sigortalı olarak gözükmesinin tek başına karineyi tersine çevirmeyeceği, HACİZ MAHALLİNDE SATIN ALINAN MAKİNELERE AİT FATURALAR DIŞINDA BORÇLUYA AİT BAŞKACA BİR BELGENİN BULUNMADIĞI dikkate alındığında, mülkiyet karinesinin davalı 3.kişi yararına olduğu ve alacaklı tarafından sunulan delillerle karinenin aksinin duraksamaya yer vermeyecek şekilde ispat edilemediğini…” (UYAR, İstihkak Davaları, s.182) (Aynı yönde Y. 17.HD. 2.3.2010 T. 2009/7348-1822 GÜNEREN, s.1405 ; Y.8.HD. 6.10.2020 T. 2019/2332 E. 2020/5862 K).
Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin 13.6.2014 T. E.2013/14782 K.12455 sayılı kararında; “Dava konusu haczin, üçüncü kişinin faaliyet adresinde yapılmış olduğu, ÖDEME EMRİNİN BURADA TEBLİĞ EDİLMEDİĞİ VE HACİZ ESNASINDA BORÇLUNUN HAZIR OLMADIĞI GİBİ BORÇLUYA AİT BELGE DE BULUNMADIĞI – vergi dairesinden gelen müzekkere yanıtına göre haciz adresi borçlunun eski şube adresi olduğu, borçlunun borcun doğumundan önce mükellefiyetini terkettiği, bu durumda olayda mülkiyet karinesinin davacı 3.kişi yarına olduğunu” (UYAR, Hukuki Mütalaalar, s.594).
Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 17.04.2008 T. 2007/11051 ; 6071 sayılı kararında; “…Dava konusu taşınır mallar … tarihinde davalı 3.kişi huzurunda haczedilmiştir. Haciz yapılan adresin takip borçlusu ile hiçbir ilişkisi yoktur. Ödeme emri borçluya haciz adresinde tebliğ edilmediği gibi borçlu şirketin HACİZ ADRESİNDE FAALİYETTE BULUNDUĞUNA DAİR BİLGİ VE BELGE DE BULUNMAMAKTADIR. Ayrıca borçlu ŞİRKET YETKİLİLERİ DE HACİZ SIRASINDA HACİZ MAHALLİNDE HAZIR BULUNMAMAKTADIR. Bu durumda mülkiyet karinesi davalı 3.kişi yararınadır. (İİK.97/a ; Türk Medeni Kanunu m.985)” (Aynı yönde Y.17 HD. 28.05.2009 T. 926/3703 ; 21.HD. 25.02.2010 T. 2009/321; 2093) (COŞKUN, İcra ve İflas Kanun Şerhi, s.24).
Yargıtay uygulamasında da açıkça vurgulandığı üzere işyeri devrinden sonra oluşan bir borç nedeniyle de, devir alan davalı 3.kişinin sorumluluğundan söz edilmesi mümkün değildir. Nitekim işletme devrine ilişkin TBK’nın 202.maddesi işletmenin devir anındaki borçlarından sorumluluğunu düzenlemekte, devredenin devir tarihinden sonra doğacak borçlarının devralana yüklenmesi gerektiğine dair bir ifadeye yer vermemektedir.
Y.17.HD. 17.9.2009 T. 6628/5556 sayılı kararında aynı yönde hüküm tesis edilmiştir; “İşyeri devrinden sonra oluşan bir borç nedeniyle, devir alan davalı 3.kişinin sorumluluğundan söz edilmesi mümkün değildir. “Uyuşmazlık, alacaklının İİK’nın 99.maddesine dayalı olarak açtığı 3.kişinin istihkak iddiasının reddi istemine ilişkindir. Dava konusu haciz 22.09.2006 tarihinde davalı 3.kişi şirket yetkilisinin huzurunda yapılmıştır. Mülkiyet karinesi davalı 3.kişi yararına olup karine aksinin davacı alacaklı tarafından kesin ve inandırıcı delillerle ispatlanması gerekmektedir. Dosyadaki bilgi ve belgelere göre borç kaynağı belge ve 13.9.2006 tarihli çekler olup davalı alacaklı borcun bu tarihten önce doğduğunu iddia ve ispat etmemiştir. Davalı 3.kişi işyerinin bulunduğu taşınmazı tarihinde borçludan satın alarak tapuda adına tescil ettirmiş ve içindeki makineleri de 18.01.2006 tarihli faturalar ile satın almıştır. Davacının bu işyerinde faaliyete başlamasına ilişkin vergi kaydı da tarihlidir. Borçlu adına bu işyerine çıkarılan ödeme emri 22.9.2006 tarihinde adresten ayrıldığından tebliğ edilmemiş daha sonra tebligat yasasının 35.maddesi uyarınca tebliğ yapılmıştır. Borçlunun devirden sonra faaliyetine devam ettiği yönünde kesin ve inandırıcı bir delil sunulamamıştır. Bu durumda işyerinin devrinden sonra oluşan bir borç nedeniyle devir alan davalı 3.kişinin sorumluluğundan söz edilmesi mümkün değildir. Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmadan davanın reddi yerine yazılı şekilde kabule karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.” (GÜNEREN, s.1023) (Aynı yönde Y.17.HD. 25.6.2009 T. 2505-4643).
Yargıtay 17.Hukuk Dairesinin 17.9.2009 T. E.6628 K.5556 sayılı kararında; “…İşyerinin devrinden sonra oluşan bir borç nedeniyle devir alan davalı üçüncü kişinin sorumluluğundan söz edilemeyeceğini…” (UYAR, Hukuki Mütalaalar, s.591).
Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 4.11.1997 T. E.5275 K.7062 sayılı kararında; “Araç BORCUN DOĞUMUNDAN ÖNCE SATILDIĞINDAN, danışıktan söz edilemeyeceğini…” (UYAR, Hukuki Mütalaalar, s.591).
Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 3.10.2000 T. E. 2000/5801 K. 2000/6411 sayılı kararında; “…Uyuşmazlık İİKnun 99. maddesine dayalı olarak alacaklı tarafından 3. kişinin istihkak iddiasının reddi istemiyle açtığı istihkak davasıdır. …Menkul mallarla ilgili ihtiyati haciz borçlunun babası olan davalı 3. kişinin 28.5.1998 tarihinde işletmeye başladığı işyerinde ve 7.12.1999 tarihinde 3.kişinin yokluğunda yapılmıştır. Borç 2.5.1999 tarihli bonolardan kaynaklanmış olup hazır bulunan borçlu bu işyerinin babasına ait olup kendisinin emaneten bulunduğunu söylemek suretiyle İİKnun 96/1 maddesine uygun şekilde 3.kişi lehine istihkak iddiasında bulunmuştur. Vergi levhası, sigorta prim bordroları, 16.4.1998 tarihli yoklama fişi, satış fişleri, faturalar ve tüm dosya içeriğinden işyerinin borcun doğumundan önce davalı 3.kişi tarafından açıldığı ve işletilmekte olduğu, mahcuz menkullerin 3.kişiye ait olup borçlu ile hiçbir ilgisinin bulunmadığı açık-seçik ortada olmasına karşın yanlış değerlendirme sonucu davanın reddi yerine kabulü usul ve yasaya aykırıdır.”
Doktrinde ifade edildiği üzere organik bağın varlığı için tüzel kişiler arasında belirli bir iktisadi ve ticari bağımlılığın, kader birlikteliğinin veya birlikte hareket olgusunun ya da başka bir özdeşliğin bulunması gerekmektedir. Bu noktada sadece bazı benzerliklerin bulunması veya aynı alanda faaliyet gösterilmesi yeterli değildir. Uygulamada şirketlerin aynı adreste faaliyet göstermeleri dahi organik bağın varlığı için yeterli kabul edilmemektedir. Zira organik bağın varlığında diğer bir kriter de malvarlıklarının ve alanlarının karışmasıdır. Tüzel kişilik ortaklık yapısı yönündense organik bağın varlığı için şirketlerin her üyesi değil, tüzel kişiliklerin malvarlığı ve idaresi üzerinde etkin olacak derecede güce sahip üyelerin bulunması gerekmektedir. Yargı kararları incelendiğinde, bazı somut uyuşmazlıklarda organik bağın kabul edilebilmesi için her iki şirketin aynı adreste bulunması veya aynı alanda faaliyet göstermesi yahut ortakların aynı soyadına sahip olması organik bağın kabulü için tek başına yeterli kabul edilmemektedir. Zira 97/a maddesinin birinci fıkrasında kabul edilen bir taşınır malı elinde bulunduran kimse onun maliki sayılır şeklindeki mülkiyet karinesi, karineye dayanan kimseyi ispat yükünden kurtarır. Bu husus HMK’nın 190.maddesinin ikinci fıkrasında da ifade edilmiştir. (Prof.Dr. Hakan PEKCANITEZ – Prof.Dr. Muhammet ÖZEKES, İcra ve İflas Hukuku, Onikilevha Kitapevi, 7.Baskı, İstanbul 2020, s.202).
Bilindiği üzere organik bağ kavramının yasal bir dayanağı bulunmayıp Yargıtay uygulamasıyla şekillenmiştir. Örneğin Yargıtay her iki şirket ortaklarının aynı köylü olmasının organik bağ ya da muvazaalı işyeri devri yapıldığı hususunda karine teşkil etmeyeceği görüşündedir (Y.21.HD. 4.7.2002 T. E.5223 K. 6526 – UYAR, İcra ve İflas Kanunu Şerhi, s.8873). Yargıtay bir kararında da davalı 3.kişi şirket ile dava dışı borçlu şirketin aynı alanda faaliyet göstermeleri ve ortaklarının kardeş olmasının tek başına muvazaayı göstermeyeceğini ifade etmiştir (Y.8.HD. 23.03.2015 T. 21926/6642 – UYAR, İstihkak Davaları, s.188). Yine başka bir kararda davacı ve borçlu şirketlerin aynı alanda faaliyet göstermeleri ve ortaklarının soyadlarının aynı olması nedeni ile organik bağ içinde olmalarının tek başına muvazaayı göstermeyeceğini belirtmiştir (Y.8.HD. 20.04.2015 T. 3490/8860 ; 13.04.2015 T. 3488/8330 – UYAR, İstihkak Davaları, s.187). Yargıtay’ın borçlu şirket ile üçüncü kişi şirket ortaklarının aynı kişiler olmasının dahi haczedilen malların borçlu şirkete ait olduğunu göstermeyeceğine dair kararı mevcuttur; Y.21.HD. 16.2.2004 T. 10852/1083 sayılı kararında da vurgulanmıştır;“…Taşınır mallar 3.kişi şirketin işyerinde haczedilmiştir. Bu adresin borçlu şirket ile hiçbir ilgisi olmadığından mülkiyet karinesi davacı yararınadır. Borçlu şirket ile üçüncü kişi şirket ortaklarının aynı kişiler olması haczedilen malların borçlu şirkete ait olduğunu göstermez. davanın reddi gerekir” (GÜNEREN, s.1403). Doktrinde de borçlu şirket ve 3.kişi şirket ortakların bir kısmının aynı kişiler olması ve üçüncü kişi ile borçlu şirketlerin aynı konularda faaliyetlerde bulunmasının haczedilen taşınır malların borçluya ait olduğu anlamına gelmeyeceği görüşü mevcuttur (MUŞUL, s.358). Yine Yargıtay başka bir kararında da borçlu şirketin ortağı ve yetkilisi olan kişinin yeğeninin davalı 3.kişi şirkette sigortalı olarak gözükmesinin muvazaa iddiasını ispata yeterli olmadığını vurgulamıştır Y.8.HD. 25.04.2017 T. 5792/6126 – UYAR, İstihkak Davaları, s.182).
Yine Yargıtay borçlu şirket ile 3.kişi şirketin çalışanların her iki şirkette de çalışmış olmalarının, iki şirket arasında hukuki bağ olduğuna dair karine oluşturmayacağını, 3.kişi şirketin borcun doğumundan önce kurulması, ortaklık yapılarının benzer olmaması hususlarının organik bağ olmadığını ortaya koyacağını vurgulamaktadır; Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin 25.04.2017 T. 5792/6126 sayılı kararında; “…3.kişi şirketin borcun doğumundan çok önce kurulduğu, daha önce aynı adreste hiç bulunmadıkları, ortaklık yapılarının benzer olmadığı, ticaret siciline ayrı ayrı kayıtlarının yapıldığı ve ticari adreslerinin ayrı olduğu, ortaklarının ayrı olduğu, organik bağ olmadığı, mahcuz makinelerin ödemelerinin banka vasıtası ile ödemiş olduğu, ticari defter kayıtları ile ibraz edilen faturaların birbirini doğruladığı, ÇALIŞANLARIN HER İKİ ŞİRKETTE DE ÇALIŞMIŞ OLMALARININ, İKİ ŞİRKET ARASINDA HUKUKİ BAĞ OLDUĞUNA DAİR KARİNE OLUŞTURMADIĞI, borçlu şirketin ortağı ve yetkilisi olan kişin ile yeğeninin dava şirkette sigortalı olarak gözükmesinin tek başına karineyi tersine çevirmeyeceği, haciz mahallinde satın alınan makinelere ait faturalar dışında borçluya ait başkaca bir belgenin bulunmadığı dikkate alındığında, mülkiyet karinesinin davalı 3.kişi yararına olduğu ve alacaklı tarafından sunulan delillerle karinenin aksinin duraksamaya yer vermeyecek şekilde ispat edilemediğini…” (UYAR, İstihkak Davaları, s.182) (Aynı yönde Y.8.HD. 25.04.2017 T. 5792/6126). Y.8.HD. 6.10.2020 T. 2019/2332 E. 2020/5862 K. sayılı kararında da borçlunun yedi şubesini kapatması nedeni ile iş akdi sonlandırılan bir kısım işçinin aynı alanda faaliyet göstermeye başlayacak olan üçüncü kişi şirkette işe başlamasının hayatın olağan akışına aykırı olmayıp bu durumda tek başına danışıklı işlem yapıldığının kabulüne yeterli görülmeyeceğini vurgulamıştır. Doktrinde takip borçlusunun borcundan dolayı, üçüncü kişinin işyerinde uygulanan haciz sırasında borçlunun ya da borçlu şirket temsilcisinin hazır bulunmasının, o işyerinin borçluya ait olduğunu göstermeyeceğine (UYAR, Hukuki Mütalaalar, s.593) ve haciz uygulanan yerin borçluya ödeme emrinin tebliğ edildiği adres olmamasının borçlunun o adresle ilgisi olmadığını ispatlayacağına dair görüş de mevcuttur (UYAR, Hukuki Mütalaalar, s.593).
Doktrinde işletme devri iddiasına dayalı istihkak davalarında İİK’nın 44., 280. ve TBK’nın 202.maddelerine dayanılmasının mümkün olmadığına dair görüş de mevcuttur. Bu görüşe göre İİK’nın 44.maddesinde, işyeri devrinin şartlarının düzenlenmediği, madde 44’te bir tacirin ticaretini terketmesi halinde neler yapacağı, bunun nasıl ilan edileceğinin düzenlendiği, bu düzenlemenin sadece tacirin ticareti terketmesinden sonra da iflasa tabi olduğunu belirtmek ve malları üzerinde tedbir alınması için konulmuş bir hüküm olduğu, yoksa m.44 işyeri devrinin geçerliliğini düzenleyen bir hüküm olmadığı ifade edilmiştir (Prof.Dr.Baki KURU, İcra ve İflas Hukuku, 2.Baskı, Adalet Yayınevi, ANKARA 2013, s.584-585).
Aynı görüşe göreİİK’nın 280.maddesinin de istihkak davasında uygulanamayacağı ifade edilmiştir. Bu görüşe göre alacaklının iddiası işyeri devrinin İİK’nın 280/3.maddesine uygun olarak yapılmadığı şeklinde ise bu husus istihkak davası konusu yapılamaz. Çünkü, İİK.m.280/3’teki devir aslında geçerli bir devirdir. Yalnız, eğer m.280/3’teki işlem yapılmamış ise o zaman alacaklı m.280/3 hükmüne dayanarak işyeri devrinin iptalini isteyebilir. Yani iptal davası açabilir. Yani işyeri devrinin 280/3’teki işlem yapılmadığı için alacaklıya karşı ileri sürülemeyeceği iddia ediliyorsa o zaman alacaklının iptal davası – m.277 vd. – açması gerekir. Yargıtay da bir başka kararında m.280’nin m.99’daki istihkak davası ile ilgisi olmadığını belirtmiştir; Y.21.HD. 3.7.2007 T. 21389/11048; “…Uyuşmazlık İİK’nın 99.maddesine dayalı olarak alacaklının açtığı 3.kişinin istihkak iddiası reddi istemine ilişkindir. Haciz davalı 3.kişi, ….. Ltd.Şti.’nin 08.03.2004 tarihinden bu yana ticaret sicilinde kayıtlı olan …… adresine uygulanmıştır. Hacizde hazır bulunan davacı 3.kişi limited şirket temsilcisi … istihkak iddiasında bulunmuştur. Haciz adresi borçluya ait takip ya da ödeme emri tebliğ adresi değildir. Haciz borçlu ile ilgisi olmayan davalı 3.kişi durumundaki limited şirketin kayıtlı adresinde uygulanmıştır. Ayrıca borçlu ile davalı şirket ortakları arasında da herhangi bir organik bağ söz konusu değildir. Alacaklı yanca hacizli malların borçluya ait olduğu kesin olarak ortaya konulup ispatlanmamıştır. Bu durumda davanın reddi gerekirken İSTİHKAK DAVASI İLE İLGİSİ OLMAYAN VE İSPAT GÜÇLÜĞÜ ARZ EDEN TASARRUFUN İPTALİ DAVALARINDA ÖNGÖRÜLEN İİK’NIN 280.MADDESİ GEREKÇE YAPILMAK SURETİYLE DAVANIN KABULÜ USUL VE YASAYA AYKIRI OLUP BOZMAYI GEREKTİRİR.” (KURU, s.584-585) (Aynı yönde “15.Hukuk Dairesi İİK.m.280/IV hükmünün istihkak davalarında uygulanamayacağını, bu karinenin iptal davalarına özgü olduğunu belirtmiştir.” (Y.15.HD. 19.3.1991 T. 717/1338 ; 19.12.1989 T. 3748/5299 ; 5.12.1988 T. 3009/4140 ; 3.2.1988 T. 4355/383) (UYAR, İstihkak Davaları, s.171).
Aynı görüş TBK’nın 202. maddesinin de icra hukuku ile hiçbir ilgisi olmadığı yönündedir. Bu görüşe göre TBK’nın 202. maddesinde bir işletmenin devralınması halinde işletmeyi devralan kimsenin devredenin borçlarından sorumluluğu düzenlenmektedir. Bu madde kapsamına giren işlemlerde işletmenin devri geçerlidir ancak bu devir sonucunda devralan kişinin hangi şartlarla devredenin borçlarından müteselsilen sorumlu olduğunun tespiti için, ilan edildiği tarih esas alınmıştır. Başka bir deyimle TBK’nun 202. maddesinde de işletme veya işyeri devri geçerli bir devirdir ve onun hükümleri düzenlenmektedir. Yargıtay kararlarında TBK’nın 202. maddesi gereğince devredenin borçlarından sorumlu olduğu belirtilmekte ise de bunun hem istihkak davası m.99 ile hem de iptal davası (m.277) ile bir ilgisi yoktur. Çünkü istihkak davasının konusu, hacizli malın borçluya mı yoksa 3.kişiye mi ait olduğunun tespitidir. İptal davasında ise haczedilen mal geçerli olarak 3.kişiye devredilmiştir. Ancak bu devrin alacaklının haklarına zarar verip vermediği ve iptale tabi olup olmadığı tartışılmaktadır. Dolayısıyla TBK’nın 202.maddesinin istihkak davasında uygulanması düşünülemez (KURU, s.584-585). Yargıtay da bir kararında devir işleminin iptali istemiyle açılan istihkak davasında, istemin genel mahkemelerde tasarrufun iptali davasına konu edilmesi gerektiğini vurgulamış ve görevsizlik kararı gerekliliği üzerinde durmuştur; Yargıtay 17.Hukuk Dairesinin 29.12.2009 T. 5927-9246 sayılı kararında; “…Bu durumda alacaklının davasının istihkak davası olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Davacı alacaklının dava dilekçesinin içeriği ve talep bölümünden isteminin ne olduğu net olarak anlaşılmamaktadır. Yapılacak iş HUMK.’un 75/2.maddesi gereğinde davacının talebinin açıklanmasını sağlayarak, talebin sadece iflas idaresinin kararının kaldırılması istemine ilişkin olduğunun anlaşılması halinde, istem şikayet olarak değerlendirilerek karar verilmeli, talebin borçlunun alacağının temlik işleminin iptaline ilişkin olduğunun anlaşılması halinde ise istem tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğundan genel mahkemelerde TASARRUFUN İPTALİ DAVASININ AÇILMASI YÖNÜNDE GÖREVSİZLİK KARARI VERİLMELİDİR.” (Benzer yönde 15.HD. 28.11.2011 T. 6040/6961; HGK. 20.6.2007 T. 15/316-425) (Yargıtay 21.Hukuk Dairesi Başkanı Ali GÜNEREN, İcra ve İflas Hukukunda İstihkak Davaları, 3.Baskı, Yetkin Yayınevi, ANKARA 2014, s.690) (Y.8.HD. 6.10.2020 T. 2019/2332 E. 2020/5862 K).
Yine Yargıtay bir kararında devredilen işletmede haciz yapılabilmesinin, devrin muvaazalı olduğunun iddia ve ispat edilmesine bağlı olduğunu, muvazaa iddiasının bulunmaması halinde uyuşmazlığın genel mahkemelerde görülmesi gerektiğini, salt borcun doğumundan sonra devir işlemi yapılmasının muvazaa olgusunun ispatı için yeterli sayılmayacağını vurgulamıştır; Y.8.HD. 27.9.2018 T. 2015/24118 E. 2018/16382 K.; “…Dava, üçüncü kişinin İİK’nun 96. vd. maddelerine dayalı istihkak iddiasına ilişkindir. Dosya kapsamına göre, davaya konu haciz işlemi sırasında davacı 3.kişi, borçlu şirketten isim hakkıyla birlikte malları satın aldığını ifade etmiş olup, hazır bulunan çalışan da “Biz burayı devraldık” şeklinde beyanda bulunmuştur. Bu durumda, devredilen işletmede haciz yapılabilmesi, devrin muvaazalı olduğunun iddia ve ispat edilmesine bağlıdır. Muvazaa iddiasının bulunmaması halinde alacaklının, tasarrufun iptali davası açarak alacağına kavuşma imkanı bulunduğu gibi, TBK ve TTK hükümlerine göre açılacak davalarda da devri yargılama konusu yapabilir. Ayrıca, İİK’nin 44.maddesinde yer alan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi işletmenin devrini sakatlamaz. …(İİK 337/a madde Aktiflerin devredenin malvarlığından çıkmamış kabul edilmesini, yani haczedilmesini sağlayacak tek yol, muvazaanın iddia ve ispat edilmesidir. Bu bilgilere göre, temyize konu olayda davacı üçüncü kişi ile borçlu arasında danışıklı işlem olduğu, davalı alacaklı tarafından iddia edilmesine rağmen, muvazaa iddiasını ispat edebilecek herhangi bir delil dosyaya sunamamış, SALT BORCUN DOĞUMUNDAN SONRA DEVİR İŞLEMİ YAPILMASI MUVAZAA OLGUSUNUN İSPATI İÇİN YETERLİ GÖRÜLMEMİŞTİR.”
Y.8.HD. 22.1.2019 T. 2018/15823 E. 2019/647 K. sayılı kararında da aynı şekilde salt borcun doğumundan sonra devir işlemi yapılmasının muvazaa olgusunun ispatı için yeterli sayılmayacağı vurgulanmıştır; “…Davacı alacaklı vekili, … üçüncü kişi vekilinin haksız olarak istihkak iddiasında bulunduğunu, takibe konu borcun doğum tarihinden sonra danışıklı iş yeri devri yapıldığını, yaklaşık. 8.000.000,00.-TL değerinde emtianın bir gün içinde satılmasının bu durumu gösterdiğini, devralan üçüncü kişinin de işletmenin borçlarından sorumlu olduğunu belirterek davanın kabulüyle istihkak iddiasının reddine ve tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı üçüncü kişi vekili, üçüncü kişinin takip borçlusuna ait 7.396.518,00.-TL emtiayı bedelini ödeyerek satın aldığını, muvazaalı devir yapılmadığını, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu bilmediklerini belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. Davalı borçlu, usulüne uygun davetiye tebliğine rağmen duruşmalara katılmadığı gibi cevap da vermemiştir. Mahkemece toplanan delillere göre; icra takibine dayanak borcun doğum tarihinden sonra 01.11.2012 tarihli satış sözleşmesinin düzenlendiği, buna göre borçlunun aynı tarihli faturalar kapsamında 24 adet şubesini içindeki eşyalar ve patent hakları ile birlikte toplam 7.396.518,00.-TL bedel karşılığında üçüncü kişiye devrettiği, borçlu veya üçüncü kişi şirket tarafından iş bu devre ilişkin olarak 6098 Sayılı Kanun’un 202. maddesi hükmü gereğince ticaret sicil gazetesinde yapılmış herhangi bir ilanın bulunmadığı; ayrıca, haciz yapılan adresin borçlunun fiilen merkez olarak kullandığı adres olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı üçüncü kişi vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, alacaklının İİK’nin 99. vd. maddesine dayalı istihkak iddiasının reddi talebine ilişkindir. DEVREDİLEN İŞLETMEDE HACİZ YAPILABİLMESİ, DEVRİN MUVAZAALI OLDUĞUNUN İDDİA VE İSPAT EDİLMESİNE BAĞLIDIR. MUVAZAA İDDİASININ BULUNMAMASI HALİNDE ALACAKLININ, TASARRUFUN İPTALİ DAVASI AÇARAK ALACAĞINA KAVUŞMA İMKANI BULUNDUĞU gibi, TBK ve TTK hükümlerine göre açılacak davalarda da devri yargılama konusu yapabilir. Ayrıca; İİK’nin 44. maddesinde yer alan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi işletmenin devrini sakatlamaz. … (İİK 337/a) Aktiflerin devredenin malvarlığından çıkmamış kabul edilmesini, yani haczedilmesini sağlayacak tek yol, muvazaanın iddia ve ispat edilmesidir. Davaya konu hacizlerin üçüncü kişinin kiracı olarak bulunduğu adreste üçüncü kişinin çalışanı ve vekili huzurunda yapıldığı, haciz sırasında borçlu hazır olmadığı gibi, borçluya ait evrak da bulunmadığı nazara alındığında İİK’nin 97/a maddesinde öngörülen mülkiyet karinesinin üçüncü kişi yararına olduğunun kabulü gerekir. Dosya kapsamına göre, temyize konu olayda, davacı üçüncü kişi ile borçlu arasında danışıklı işlem olduğu davalı alacaklı tarafından iddia edilmesine rağmen, muvazaa iddiasını ispatlayamamıştır. Zira, borçlu şirket ile üçüncü kişi şirket arasında aynı iş kolunda ticari faaliyette bulunmaları dışında herhangi bir bağ bulunmamaktadır. Bundan ayrı, taraflar arasındaki devir işlemi borcun doğumundan ve takip tarihinden önce olup, Dairemizce incelenen … esas ve … esas sayılı dava dosyaları içerisinde bulunan bilgi ve belgeler ile bilirkişi raporlarına göre borçlu ve üçüncü kişi arasında bu devre ilişkin olarak düzenlenen 01.11.2012 tarihli satış sözleşmesine göre borçlunun aynı tarihli faturalar kapsamında 24 adet şubesini içindeki eşyalar ve patent hakları ile birlikte toplam 7.396.518,00.-TL bedel karşılığında üçüncü kişiye devrettiği, ödemelerin yapıldığı, üçüncü kişinin borçlu şirkete hiç borcunun kalmadığı ve yapılan ödemelere ilişkin faturaların ticari kayıtlarda yer aldığı da sabittir. Buna göre, taraflar arasındaki devrin muvazaalı olduğu alacaklı tarafından ispatlanamamıştır. O halde, Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözönüne alınarak, davanın reddi yerine oluşa ve dosya içeriğine uygun düşmeyen gerekçe ile davanın kabulüne yönelik hüküm kurulması doğru olmamıştır.”SONUÇ OLARAK; Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119.maddesinde dava dilekçesinde hangi hususların bulunması gerektiği açıkça belirtilmiş olup açılmış bir istihkak davasından söz edebilmek için de HMK’nın 119’uncu maddesinde yazılı unsurları taşıyan dava dilekçesi düzenlenerek mahkemeye verilmesi, başvuru harcı ile peşin ilam harcının yatırılması gerekir. Yine HMK gereği istihkak davalarında davacı, dava dilekçesinin istem sonucu bölümünde, açıkça neye karar verilmesini istediğini yazmak zorundadır. Şayet istem sonucu yeterli açıklıkta değilse, dava dilekçesinin diğer bölümlerindeki açıklamalardan davacının ne istediği yorum yoluyla anlaşılamıyorsa hakim, istemin ne olduğunu kesin olarak saptayabilmek için davacıyı veya davacı vekilini istem sonucunu açıklamaya davet etmelidir. İstihkak davalarında geçerli bir alacak ile geçerli bir haczin varlığı özel dava şartıdır. Bu nedenle takip dayanağı alacağa karşı açılan menfi tespit davası sonucu alacak ortadan kalkarsa istihkak davası da konusuz kalır. Bu kapsamda menfi tespit davaları, istihkak davaları yönünden bekletici mesele yapılmalıdır. Takip hukukuna dayalı istihkak davalarında davanın dinlenebilmesi için takip konusu alacağın da gerçek olması gerekir. Bu husus özel dava şartıdır. Alacağın varlığını ispat yükü alacaklıda olup alacağın varlığı ispatlanmadığı sürece davanın dinlenebilirlik koşulu gerçekleşmemiş sayılır ve davanın dava şartı yokluğundan reddi gerekir.Bu bilgiler ışığında İİK’nın 97/a maddesine bakıldığında; maddenin birinci fıkrasında kabul edilen bir taşınır malı elinde bulunduran kimse onun maliki sayılır şeklindeki mülkiyet karinesi, karineye dayanan kimseyi ispat yükünden kurtarır. İstihkak iddiasına konu malların üçüncü kişinin elinde haczedilmesi durumunda ise mülkiyet karinesi üçüncü kişinin lehine olduğu için bu durumda ispat yükü, hacizli malın borçluya ait olduğunu iddia eden alacaklıya aittir. Alacaklı malın üçüncü kişiye değil borçluya ait olduğunu ispat yükü altındadır. Bu nedenle üçüncü kişi istihkak davası açmak zorunda bırakılmış olsa dahi, ispat yükü alacaklıda olacaktır. Çünkü ispat yükünün belirlenmesinde tarafların davadaki rollerinin bir ilgisi bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle ispat yükü tarafların davadaki konumları ile değil; iddia ettikleri vakıalarla ilgili bir husustur. Üçüncü kişinin istihkak davası açmış olması, uyuşmazlığın icra mahkemesi önüne getirilmesi bakımından önemlidir ancak davanın üçüncü kişi tarafından açılmış olması, malın üçüncü kişi elinde haczedilmesi nedeniyle mülkiyet karinesinden yararlanması gerçeğini değiştirmez. Yargıtay uygulamasında da açıkça vurgulandığı üzere işyeri devrinden sonra oluşan bir borç nedeniyle de, devir alan davalı 3.kişinin sorumluluğundan söz edilmesi mümkün değildir. Nitekim işletme devrine ilişkin TBK’nın 202.maddesi işletmenin devir anındaki borçlarından sorumluluğunu düzenlemekte, devredenin devir tarihinden sonra doğacak borçlarının devralana yüklenmesi gerektiğine dair bir ifadeye yer vermektedir.