6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Eser Sözleşmesine ilişkin hükümlerinin düzenlendiği 470’inci maddesinde eser sözleşmesi tanımlanmıştır. Madde metninde; “Eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.” şeklinde düzenleme mevcuttur. Doktrinde de ifade edildiği üzere, “Eser sözleşmesinde yüklenici bir eser meydana getirerek, bunun iş sahibine teslim etme borcu altına girer. Bu bağlamda eser, yüklenicinin sözleşme ile meydana getirmeyi taahhüt ettiği ve riskini üzerine aldığı edimdir” (Yargıtay 3.Hukuk Dairesi Onursal Başkanı Nihat YAVUZ, Türk Borçlar Kanunu Şerhi, 2.Baskı, ANKARA 2015, s.2459.).
Madde metni doktrinde şu şekilde açıklanmıştır; “…TBK’nın 470’inci maddesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmesinden söz etmektedir. Eser sözleşmesi hükümleri, yalnızca yeni bir şeyin ortaya çıkarılması halinde değil, mevcut şeylerin onarılması, değiştirilmesi halinde de uygulama alanı bulmaktadır. Dolayısıyla uygulamada terzinin diktiği elbise, yüklenicinin inşa ettiği bina, yapılan gemi, meydana getirme kavramının kapsamına girdiği gibi, mevcut bir şeye parça ilave etmek veya bunu onarmak yahut şeklini değiştirmek ya da temizlemek de bu faaliyetlerin kapsamına girer. Bu noktada önemli olan meydana getirme sonucu sadece yeni bir şey ortaya çıkarmak değil, aynı zaman eskisine göre daha farklı bir eserin meydana getirilmesidir. (Tandoğan sh.23 vd; Ergezen, sh.34, Yavuz sh.396)” (YAVUZ, s.2460.).
Yargıtay 3.Hukuk Dairesi, 15.03.2012 tarih, 177/6939 Sayılı Kararında da eserin tanımı yapıldıktan sonra yüklenicinin ayıptan sorumluluğu açıklanmıştır; “…Eser, yüklenicinin sanat ve beceriyi gerektiren, bir emek sarfı ile gerçekleştirilen sonuçtur. Yüklenicinin eseri, iş sahibinin yararına uygun olacak şekilde ve ona hiçbir zarar vermeden meydana getirmesi, davalı yüklenicinin hem sadakat hem de özen borcunu kapsar. Burada belli bir sonucun ortaya çıkması amaçlanır. Meydana getirilen eserin, iş sahibinin beklentisini karşılamaması halinde sözleşmedeki yarar dengesi iş sahibi aleyhine bozulmuş olur. Bu bakımdan eserin fen ve sanat kurallarına uygun iş sahibinin beklentilerini karşılar özellikleri taşıması aranır. Aksi halde eserin ayıplı olduğu kabul edilir. Ayıplı eseri meydana getiren yüklenici ise, ortaya çıkan ayıp ve eksiklerden ayıba karşı tekeffül nedeni ile sorumludur. Yüklenici hangi yöntemi kullanırsa kullansın eserin ayıpsız olarak ortaya çıkması gerekir.” (YAVUZ, s.2460.).
Eser sözleşmelerinde ayıp hususu ise 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Ayıbın belirlenmesi” başlıklı 474.maddesinde düzenlenmiştir. Madde metnine göre;“İş sahibi, eserin tesliminden sonra, işlerin olağan akışına göre imkan bulur bulmaz eseri gözden geçirmek ve ayıpları varsa, bunu uygun bir süre içinde yükleniciye bildirmek zorundadır. Taraflardan her biri, giderini karşılayarak, eserin bilirkişi tarafından gözden geçirilmesini ve sonucun bir raporla belirlenmesini isteyebilir.” Ayıp, eser sahibine teslim edilen eserin niteliklerinde, sözleşmeye ve dürüstlük kurallarına göre teslim edilmesi gereken eserin özellikleriyle karşılaştırıldığında, ortaya çıkan her türlü sapmadır. Kısaca ayıp, teslim edilenle, teslim edilmesi gereken arasındaki farktır. Buna göre ayıbın ortaya çıkarılması için teslim edilen ile sözleşmede kararlaştırılanın karşılaştırılması ve eksiklikler bulunması halinde teslim edilen eserin ayıplı olduğu kabul edilmelidir. Örneğin eser, sözleşmede açık veya zımni olarak kararlaştırılan niteliklere (renk, biçim, ölçü, imar tarzı vs) sahip değilse ayıplı sayılmalıdır.” (Yargıtay 3.HD. Onursal Başkanı Nihat YAVUZ, AYIPLI İFA, 5.Baskı, ANKARA 2016, s.767.).
Kullanımla ortaya çıkacak gizli ayıbın tanımına ilişkin olarak Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 25.09.2012 Tarih, 9832/10921 sayılı kararında gizli ayıbın tanımı yapılmıştır; “…Açık ayıp, eserin iş sahibine teslimi anında kolaylıkla görülebilen ayıplardır. Buna karşılık GİZLİ AYIP ESERİN TESLİMİNDEN SONRA VE KULLANIM SIRASINDA KENDİNİ GÖSTEREN AYIP TÜRÜDÜR.”
“…gizli ayıplar ise, teslim sırasında göze çapmayan ve TBK’nın 474 (818 Sayılı BK. Mad. 359.) maddesinin 1.fıkrasına göre yapılacak özenli bir incelemeyle de saptanmayan ayıplardır. Gizli ayıplar ya saklı ayıplardır veya sonraki bir tarihte, eser kullanırken ortaya çıkan ayıplardır.” (YAVUZ, s.2481.).
“…Açık ayıp, eserin iş sahibine teslimi anında kolaylıkla öngörülebilen ayıplardır. Buna karşılık gizli ayıp, eserin tesliminden sonra ve kullanımı sırasında kendini gösteren ayıp türüdür. (14. H.D. 25.9.12; 9832/10921)” (YAVUZ, s.2485.).
“…Gizli bozukluklar eser teslim edilirken göze çarpmayacağı gibi, özenli bir inceleme ile de saptanamaz. Gizli bozukluklar ya saklı kusurlardan veya sonraki bir tarihte, eser kullanılırken ortaya çıkarlar.” (İlker Hasan Duman, İnşaat Hukuku, syf.793, 10. Baskı, Seçkin Yayınevi, ANKARA,2021).
“…Bozuk bir eserin imali veya teslimi, sözleşmenin gereği gibi ifa edilmediğini (Kötü ifa edildiğini gösterir. Eserin bozuk olup olmadığının tespiti için sözleşmede aranılan niteliklerle eserin fiilen taşıdığı nitelikleri karşılaştırmak gerekir; bu karşılaştırmada iş sahibinin sözleşmenin yapısına ve dürüstlük kuralına göre nasıl bir eser beklemekte haklı sayılabileceği esas alınmalıdır. İş sahibinin eserin sözleşmede kararlaştırılan veya eserin değeri ya da kullanılabilirliği açısından gerekli olan nitelikleri taşımasını beklemeye hakkı vardır.” (DUMAN, s.800).
Eser sözleşmelerinde ayıp ihbarının yapılması şekle tabi olmayıp her türlü delille hatta tanık beyanıyla dahi kanıtlanması mümkündür. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.243 kapsamında ayıba dair ihbar yapıldığı hakkında bilgi ve görgü sahibi tanıklar keşif mahalinde hazır bulundurularak dinletilebilir. Yargıtay’ın da istikrar kazanan içtihatlarında ayıp ihbarının tanık sözleriyle de kanıtlanabileceği kabul edilmektedir. Uygulamada eserin sadece fiilen teslim alınması (zilyetliğin iş sahibine geçmiş olması) eserin kesinlikle kabul edildiği anlamına gelmeyecektir. Zira, eserin kabulünde aranan irade açıklaması unsuruna karşılık, teslim almada iş sahibinin teslimin hukuki sonuçlarına yönelik özel bir teslim alma iradesinin bulunmasına gerek yoktur (DUMAN, s.801).
“…Zira, ayıp ihbarının yazılı olarak yapılması iş sahibine yalnızca ispat kolaylığı sağlar” (HGK 2.2.1979; 393/80; 15.HD. 16.9.1998; 2869/3367).
Yargıtay 15.Hukuk Dairesi 05.05.2009 Tarihli, 592/2608 Sayılı Kararında; “…Dava, Eser sözleşmesinden kaynaklanan bakiye iş bedelinin tahsili için yapılan icra takibine itirazın iptali ve takibin devamı istemine ilişkindir. Eser sözleşmelerinde yüklenicinin, kararlaştırılan iş bedeline hak kazanabilmesi için eseri sözleşme ve eklerine ve iş sahibinin ondan beklediği amaca uygun olarak tamamlayarak teslim etmesi gerekir. Eserin sözleşmede kararlaştırılan niteliklerine, ya da iş sahibinin beklediği amaca uygun olmaması veya lüzumlu bazı vasıflardan bir ya da birkaçının bulunmaması halinde ayıplı yapıldığının kabulü gerekir. Ayıp ihbarının yapılması şekle tabi değildir. Her türlü delille hatta tanık beyanıyla dahi kanıtlanması mümkündür. Eserin ayıplı olması ve süresinde ayıp ihbarı yapılmış olması halinde iş sahibi BK.360.maddede öngörülen haklarını kullanabilir.”
Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin T. 12.6.2009 E. 2009/2567 K. 2009/2953 Sayılı Kararında; “…Eser sözleşmelerinde yüklenicinin kararlaştırılan iş bedeline hak kazanabilmesi için eseri sözleşme ve eklerine ve iş sahibinin ondan beklediği amaca uygun olarak tamamlayarak teslim etmesi gerekir. Eserin, sözleşmede kararlaştırılan niteliklerine, ya da iş sahibinin beklediği amaca uygun olmaması veya lüzumlu bazı vasıflardan bir ya da bir kaçının bulunmaması halinde ayıplı yapıldığının kabulü gerekir. DAİREMİZİN YERLEŞİK İÇTİHAT VE UYGULAMALARINA GÖRE AYIP İHBARININ YAPILMASI ŞEKLE TABİ DEĞİLDİR. HER TÜRLÜ DELİLLE, HATTA TANIK BEYANI İLE DAHİ KANITLANMASI MÜMKÜNDÜR. Eserin ayıplı olması ve süresinde ayıp ihbarı yapılmış olması halinde iş sahibi BK’nın 360. maddesinde öngörülen haklarını kullanabilir. Dinlenilen davalı tanığı ayıp ihbarının süresinde yapıldığını beyan etmiştir. Asıl olan tanığın doğru söylemesi olup davalının çalışanı olması tanığın anlatımını hükümden düşürecek bir neden olmadıkça beyanına itibar edilmemesini gerektirmez.”
“…İş sahibi (ısmarlayan) eseri teslim alırken yükleniciye ayıpları bildirmiş olduğunu her türlü kanıta dayanarak ispat edebilir. İhbarın yapıldığının ispatı herhangi bir şekil şartına tabi değildir. …Yargıtay 15.Hukuk Dairesi eser sözleşmelerinde ayıp ihbarının şekle tabi olmadığını Yargıtay’ın yerleşmiş içtihadı olarak nitelemektedir. Örnek; “Yargıtay’ın istikrar kazanan içtihatlarında AYIP İHBARININ TANIK SÖZLERİYLE DE KANITLANABİLECEĞİ KABUL EDİLMEKTEDİR. Zira, ayıp ihbarının yazılı olarak yapılması iş sahibine yalnızca ispat kolaylığı sağlar (HGK 2.2.1979; 393/80; 15.HD. 16.9.1998; 2869/3367 sayılı kararları gibi” (15.HD. 21.6.2004; 6354/3459)” (Yargıtay 3.HD. Onursal Başkanı Nihat Yavuz, AYIPLI İFA, syf.775-776, 5.Baskı, Seçkin Yayınevi, ANKARA, 2016).
“…Ayıp bildiriminin geçerliliği herhangi bir şekil şartına bağlı değildir. Dolayısıyla, ayıp bildiriminin sözlü olarak yapılması da mümkündür.” (Prof.Dr.Fikret EREN, Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 4.Baskı, ANKARA 2017, s.650).
“…Bozuk işlerle ilgili olarak açık bozukluklar yönünden TBK’nın 474/1. Maddesi gereğince, teslimden itibaren makul süresinde, gizli bozukluklar yönünden de TBK’nın 477/3. Maddesi gereğince bozukluğun ortaya çıkmasından başlayarak derhal yükleniciye bozukluk bildiriminde bulunulması zorunludur. Bozukluk bildiriminin yazılı olarak yapılması zorunlu değildir. SÜRESİNDE BOZUKLUK BİLDİRİMİNİN YAPILDIĞI HER TÜRLÜ DELİLLE VE TANIK BEYANIYLA DAHİ KANITLANABİLİR.” (HGK. 2.2.1979,393/80; 15. HD. 16.9.1998, 2869/3367; 15. HD. 21.6.2004, 6354/3459) (İlker Hasan Duman, İnşaat Davalarında İspat, 3. Baskı, ANKARA 2020, s.302).
“…Aksi kararlaştırılmadıkça, bozukluk ihbarı, yazılı ya da sözlü olabileceği gibi, dava açarak da yapılabilir. Bildirme açık olabileceği gibi, kapalı da olabilir; bildirmeye bağlı kabul etmeme iradesinin açıklanması üstü örtülü biçimde olabilir. Taraflar bildirimin yazılı olarak yapılmasını kararlaştırmış olsalar bile, bu geçerlik koşulu değildir. İHBARIN SÖZLÜ YAPILDIĞI SAVININ TANIKLA İSPATI OLANAKLIDIR. ESER SÖZLEŞMESİNDE BOZUKLUK BİLDİRİMİ TACİRLER ARASINDA OLSA DA BİR BİÇİME BAĞLI DEĞİLDİR.” (İlker Hasan Duman, İnşaat Hukuku, syf.809, 10. Baskı, Seçkin Yayınevi, ANKARA,2021)
Yargıtay kararları ve doktrin ışığında görüleceği üzere, eser sözleşmelerinde ayıba dair ihbar tanık ile ispat edilebilecektir.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2004/6368 E. 2004/7762 K. 22.11.2004 tarihli kararında, “…Davacı dilekçesinde tanık deliline dayandığı halde, mahkemece davacıya tanıklarını göstermek üzere süre ve imkan verilmediği gibi keşif yerinde hazırbulunan tanıklarda uzaklaştırılmak suretiyle dinlenilmemiştir. Yerel bilirkişice dava konusu yerin davacıya miras bırakanından taksimen kaldığı ileri sürülmüş ise de, beyanları taksim ve zilyetliğin geçişi ve süreci bakımından yeterli değildir. Zira Mustafa Özdemirok tarafından daha önce açılan ve takip edilmeme nedeniyle açılmamış sayılmasına karar verilen yukarıda esas numarası yazılı tapu iptali ve tescil davası nedeniyle dinlenen yerel bilirkişi ve tanıklar bu yerin Mustafa Özdemirok’un zilyetliğinde bulunduğunu bildirmişlerdir. Görüldüğü üzere, dava konusu yer üzerinde geçen zilyetlik bakımından tereddüt hasıl olmaktadır. Diğer yönden uyuşmazlık hakkında hüküm kurulması için tarafların dayandıkları delillerin eksiksiz olarak toplanıp birlikte değerlendirildikten sonra sonucuna göre karar verilmesi gerekir. DAVACI, TANIK DELİLİNE DAYANDIĞINA VE VAZGEÇMEDİĞİNE GÖRE TANIKLARI DİNLENİLMEDEN HÜKÜM KURULMUŞ OLMASI DOĞRU DEĞİLDİR.”
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2017/2692 E. 2020/153 K. 20.01.2020 tarihli kararında, “…Mahkemece, duruşma sırasında davacı tanıkları hazır bulunduğuna göre emredici hüküm olan HMK 243/1. maddesi uyarınca davacı tanıklarının dinlenilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. Kararın bu nedenle bozulması gerekir.”
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2012/15901 E. 2013/17598 K. 10.12.2013 tarihli kararında,“…Hemen belirtilmelidir ki, 6100 Sayılı HMK’nun 243/1. maddesinde ” Tanık davetiye ile çağrılır.Ancak, davetiye gönderilmeden taraflarca hazır bulundurulan tanık dinlenir.Şu kadar ki tanık listesi için kesin süre verildiği ve dinlenme gününün belirlendiği hallerde, liste verilmemiş olsa dahi taraf, o duruşmada hazır bulundurursa tanıklar dinlenir, hükmü gereğince, TANIK MAHKEMEDE DINLENEBILECEĞI GIBI, KEŞIF YERINDE DE DINLENEBILECEĞINDEN, TARAFLARIN TANIKLARININ KEŞIF YERINDE HAZIR BULUNDURULMASI HALINDE DINLENMESI GEREKECEĞI AÇIKTIR.”
Yargıtay 16. Hukuk Dairesi 2015/3524 E. 2016/2213 K. 07.03.2016 tarihli kararında, “…6100 Sayılı HMK’nın 243/1 maddesinde; tanıkların davetiye ile çağrılacağı, tanık listesi için kesin süre verildiği ve dinlenme gününün belirlendiği hallerde, liste verilmemiş olsa dahi taraf o duruşmada tanığını hazır bulundurursa tanıkların dinleneceği hüküm altına alınmıştır. Mahkemece, taraflara tanık listesini sunmaları bakımından kesin süre verilmediğine ve davalı tarafça keşif günü tanıklar hazır edilmesine rağmen dinlenilmediklerine göre 6100 Sayılı HMK’nın yukarda belirtilen 243/1 maddesine aykırı davranılmıştır. Ayrıca aynı Kanun’un 27. maddesinde düzenlenen hukuki dinlenilme hakkı da ispat hakkının engellenmiş olması sebebiyle ihlal edilmiştir. Hal böyle olunca; mahallinde yeniden usulüne uygun davetiye ile çağrılmak suretiyle fen bilirkişisi, yerel bilirkişiler ve taraf tanıkları huzuru ile keşif yapılmalı, tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda mahalli bilirkişi ve tanıkların beyanlarına başvurulmalı ondan sonra toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonuca göre bir karar verilmelidir.”
“…Tanık mahkemede dinlenebileceği gibi, keşif yerinde de dinlenebileceğinden tanığın keşif yerine çağrılması da mümkündür.” (Prof. Dr. Ejder Yılmaz, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Cilt 3, 3. Baskı, ANKARA 2017, s.2686).
“…Keşif gün ve saati taraflara bildirilmiş ise artık taraflara ayrıca davetiye gönderilmesine gerek yoktur. Bilirkişi ve tanıkların keşif mahaline çağrılması hakkında HMK’nun 243 ve 244. Maddelerinde belirtilen mahkemeye çağırmaya ilişkin hükümler uygulanır. TARAFLAR KENDİLERİNE DAVETİYE TEBLİĞ EDİLMEDEN DE GÖSTERMİŞ OLDUKLARI TANIKLARI KEŞİFTE HAZIR BULUNDURABİLİR. Fakat buna zorlanamazlar.(Yarg. 14. HD. 15.01.2013, 2012/13985 E. 2013/419 K.) ” (Yargıtay 2. HD. Üyesi Mustafa Ateş, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yargıtay İlke Kararları, Cilt II, ANKARA 2014, s.1664).
“…İhbar yükümlülüğünün yapılıp yapılmadığı çekişmeli ise, bildirme yükümlülüğünü yerine getirdiğini iş sahibinin kanıtlaması gerekir… Bozukluk bildiriminin yazılı olarak yapılması zorunlu değildir. Süresi içinde bozukluk bildiriminin yapıldığı her türlü delille ve tanık beyanı ile dahi kanıtlanabilir. Eser sözleşmeleri tacirler arasında olsa bile , bozuk bildirimi biçime bağlı değildir. Bozukluğun mutlaka ihtarname ile bildirilmesi zorunlu değildir. Önemli olan bozukluk bildiriminin yapıldığının ve bunun zamanının kanıtlanabilmesidir. Bozukluk bildiriminin yazılı olarak yapılması iş sahibine yalnızca ispat kolaylığı sağlayacaktır.”(DUMAN, s.793).
Yargıtay uygulaması ve doktrinde ifade edildiği üzere Türk Ticaret Kanunu’nun 23.maddesinde düzenlenen 2 ve 8 günlük ayıp ihbar süreleri eser sözleşmelerini ilgilendirmeyip yalnızca satım sözleşmelerinde uygulanmaktadır. Başka bir anlatımla, TTK.’nın 25. Maddesinin eser sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda uygulama yeri yoktur. TBK.md.478’de belirtilen zamanaşımı süresi içerisinde dava dilediği zaman açılabilen bir dava türüdür. Nitekim 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu “Zamanaşımı” başlıklı 478.maddesinde; “Yüklenici ayıplı bir eser meydana getirmişse, bu sebeple açılacak davalar, teslim tarihinden başlayarak taşınmaz yapılar dışındaki eserlerde iki yılın; taşınmaz yapılarda ise beş yılın ve yüklenicinin ağır kusuru varsa, ayıplı eserin niteliğine bakılmaksızın yirmi yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar” düzenlemesi mevcuttur. Bu hususta doktrinde de benzer görüş mevcuttur;
Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 25.9.12 Tarihli; 9832/10921 sayılı kararında; “…Yüklenicinin ayıba karşı tekeffül borcundan söz edebilmek için diğer şartların dışında eserin ayıplı meydana getirilmesi ve bu haliyle iş sahibine teslim edilmesi, eserdeki ayıbın yükleniciden kaynaklanması, iş sahibinin de eserin muayene ederek varsa ayıpları yükleniciye ihbar etmiş olması gerekir. Burada yeri gelmişken belirtilmelidir ki, TTK.’nın 25. Maddesindeki ayıp ihbarı ve o maddede öngörülen süreler ticari satımla ilgilidir. Başka bir anlatımla, TTK.’nın 25. Maddesinin eser sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda uygulama yeri yoktur. Eser sözleşmelerinde ise, meydana getirilen eserde açık ayıp varsa ihbarın 6098 sayılı BK’nın 474. Maddesine göre eserin tesliminden sonra işlerin olağan akışına göre imkan bulur bulmaz eser gözden geçirilerek uygun bir süre içinde ayıp ihbarının yapılması, eser gizli ayıplar taşıyorsa buna ilişkin ihbarın da aynı yasanın 477. Maddesine göre ayıpların ortaya çıktığında vakıf olunduğunda ihbar edilmesi gerekir. Ayıp ihbarı yazılı yapılabileceği gibi sözlü de yapılabilir. (14. H.D. 25.9.12; 9832/10921)” (YAVUZ, s.2485.).
“…Kusurların ihbarının gözden geçirme işleminin tamamlanmasından hemen sonra yapılması yeterlidir…Gizli kusurlara gelince iş sahibi bunların farkına varınca, önemleri ve kapanmaları konusunda kesin bir kanaat sahibi oluncaya kadar beklemeksizin hemen bildirimini yapmalıdır.” (DUMAN, s.808).
“…Eserin eksik ve kusurlu yapılması nedeni ile iş sahibi eksik ve kusurlu işlerin başkasına yaptırılmasından dolayı alacak talebinde bulunabileceği gibi eserin tamamen reddini gerektirmiyorsa, iş bedelinin eksik ve kusurlu işlere ilişkin kısmını ödemekten kaçınabilir. (15. HD. 12.12.2005,7466/6769)” (İlker Hasan Duman, İnşaat Hukuku, syf.793, 10. Baskı, Seçkin Yayınevi, ANKARA,2021)
“…Somut olayda da, az yukarıda belirtilen ihtarla yükleniciye davalı tarafından bildirilen ayıpların dosya kapsamındaki bilirkişi raporlarına göre değerlendirilmesi halinde “gizli ayıp” niteliğinde olduğu ve süresinde ihbar olunduğu sonucuna varılmaktadır. İş bedeli taraflar arasında önceden kararlaştırılmadığı gibi iş bedelinde de uyuşmazlık bulunduğundan yapılan işlerin bedelinin TBK’nın 481. Maddesi hükmüne göre belirlenmesi gerekmektedir. O halde yukarıdaki açıklamalar da gözetilerek mahkemece yerinde keşif yapılarak uyuşmazlık konusu işi bilirkişi aracılığı ile TBK’nın 481. Maddesi hükmü gereğince işin yapıldığı tarih itibari ile piyasa rayiçlerine göre iş bedeli belirlenmeli, yapılan iş bedelinden varsa ayıplar sebebi ile nefaset farkı saptanarak bedelden düşülmeli ve ayrıca davalı tarafından davacıya iş bedeline mahsuben ödeme yapılmışsa yapılan ödemelerin de indirilmesi sonucu davacının hak ettiği iş bedelinin ödetilmesine karar verilmelidir.” (Y.15 HD. 15.12.2005 7298/6856)
Eserin ayıplı olması halinde; iş sahibi, süresi içerisinde ayıp ihbarında bulunması şartıyla, sözleşme ve dava tarihinde yürürlükte bulunan Türk Borçlar Kanunu’nun 475. maddesinde sayılan seçimlik haklarından birisini kullanabilir. Bu hakkın kullanması için iş sahibi ayrı bir dava açılabileceği gibi, yüklenici tarafından aleyhine açılmış olan bir davada bu hususu def’i olarak da ileri sürebilir.
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2018/4472 E. 2019/1813 K. 16.04.2019 tarihli kararına göre: ” … Eserin ayıplı olması halinde; iş sahibi, süresi içerisinde ayıp ihbarında bulunması şartıyla, sözleşme ve dava tarihinde yürürlükte bulunan Türk Borçlar Kanunu’nun 475. maddesinde sayılan seçimlik haklarından birisini kullanabilir. BU HAKKIN KULLANMASI İÇİN İŞ SAHİBİ AYRI BİR DAVA AÇILABİLECEĞİ GİBİ, YÜKLENİCİ TARAFINDAN ALEYHİNE AÇILMIŞ OLAN BİR DAVADA BU HUSUSU DEF’İ OLARAK DA İLERİ SÜREBİLİR. Sözü edilen Türk Borçlar Kanunu’nun 475. maddesinde; yapılan şey iş sahibinin kullanamayacağı ve hakkaniyet gereği kabule zorlanamayacağı ölçüde kusurlu veya sözleşme hükümlerine aykırı olursa iş sahibinin o şeyi kabulden kaçınabileceği ve bu hususta yüklenicinin kusuru bulunursa zarar ve ziyan da isteyebileceği, yine aynı maddenin devamında ayıbın eserin reddini gerektirecek nitelikte bulunmaması halinde iş sahibinin işin kıymetinin noksanı nispetinde bedelden indirim veya eğer o işin onarımı büyük bir masrafı gerektirmez ise yükleniciyi onarmaya mecbur edebileceği hüküm altına alınmıştır. Bunlar eserin ayıplı olması halinde iş sahibinin haiz olduğu haklardır…”
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi E. 2019/2005 K. 2019/3700 T. 30.9.2019 tarihli kararında da aynı yöndedir; ” … Eser sözleşmesinde ayıba dair hükümler, 818 Sayılı mülga BK’nın 359-363 maddeleri arasında düzenlenmiştir. 818 Sayılı mülga BK’nın 360. maddesi ayıbı işin kusurlu olması veya sözleşmeye aykırı bulunması olarak tanımlamıştır. Ayıp, imal edilen bir eserde veya malda, sözleşme ve ekleri ile iş sahibinin beklediği amaca ve dürüstlük kurallarına göre bulunması gereken vasıfların bulunmaması, bulunmaması gereken vasıfların ise bulunmasıdır. Şayet, imal edilen eserde ayıp varsa, iş sahibi tarafından süresi içerisinde ayıp ihbarında bulunulması şartıyla sözleşme ve dava tarihinde yürürlükte bulunan Borçlar Kanunu’nun 360. maddesinde sayılan seçimlik haklarından birisini kullanabilir. BU HAKKIN KULLANILMASI İÇİN İŞ SAHİBİ TARAFINDAN AYRI BİR DAVA AÇILABİLECEĞİ GİBİ, YÜKLENİCİ TARAFINDAN ALEYHİNE AÇILMIŞ OLAN BİR DAVADA BU HUSUS DEF’İ OLARAK İLERİ SÜRÜLEBİLİR. BK 360. maddeye göre iş sahibinin seçimlik hakları sözleşmeden dönme, bedelden indirim yapılmasını veya ayıbın giderilmesini talep etme haklarıdır. Eserin iş sahibinin kullanamayacağı derecede ayıplı olması veya hakkaniyet kaideleri gereği eseri kabul etmesinin iş sahibinden beklenememesi veya eserin sözleşmede açıkça kararlaştırılan nitelikleri taşımaması halinde iş sahibi eseri kabulden kaçınarak sözleşmeden dönebilir. Eserdeki ayıpların eserin reddini gerektirecek nitelikte önemli olmaması halinde ise diğer seçimlik hakların kullanılması gerekir. Diğer taraftan ayıbın varlığını ihbar şekil koşuluna bağlı olmayıp tanık dahil her türlü delille kanıtlanabilir.”
Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin T. 15.2.2018 tarihli E. 2017/7 K. 2018/621 sayılı kararında da aynı yöndedir; “…Ayıp, yasa ya da sözleşme hükümleri gereğince, bir eser veya malda bulunması gereken niteliklerin bulunmaması ya da bulunmaması gereken bozuklukların bulunmasıdır. Yüklenici, iş sahibine olan borçlarına aykırı olarak, imâlini yüklendiği eserin ayıplı olması durumunda; açık ayıplarda Türk Borçlar Kanunu’nun 474. gizli ayıplarda ise 477. maddeleri hükümlerine uygun olarak ihbarda bulunduğu takdirde, aynı Kanun’un 475. maddesinde tanınan haklardan yararlanabilir. Şayet, imâl edilen eserde ayıp varsa, iş sahibi tarafından süresi içerisinde ayıp ihbarında bulunulması şartıyla sözleşme ve dava tarihinde yürürlükte bulunan Türk Borçlar Kanunu’nun 475. maddesinde sayılan seçimlik haklarından birisini kullanabilir. BU HAKKIN KULLANMASI İÇİN İŞ SAHİBİ TARAFINDAN AYRI BİR DAVA AÇILABİLECEĞİ GİBİ, YÜKLENİCİ TARAFINDAN ALEYHİNE AÇILMIŞ OLAN BİR DAVADA DA BU HUSUSU DEF’İ OLARAK İLERİ SÜREBİLİR. Sözü edilen Türk Borçlar Kanunu’nun 475. maddesinde yapılan şeyin iş sahibinin kullanamayacağı ve hakkaniyet gereği kabule zorlanamayacağı ölçüde kusurlu veya sözleşme hükümlerine aykırı olursa iş sahibinin o şeyi kabulden kaçınabileceği ve bu hususta yüklenicinin kusuru bulunursa zarar ve ziyan da isteyebileceği, aynı maddenin II. fıkrasında ayıbın eserin reddini gerektirecek nitelikte bulunmaması halinde iş sahibinin işin kıymetinin noksanı nispetinde bedelden indirim ve eğer o işin onarımı büyük bir masrafı gerektirmez ise yükleniciyi onarmaya mecbur edebileceği hükmü getirilmiştir. Bunlar eserin ayıplı olması halinde iş sahibinin haiz olduğu haklardır.”
Tüm bu hususlarla birlikte taraflar arasında eser sözleşmesi bulunduğuna dair iddia tanıkla ispatlanamaz. İddia eden taraf eser sözleşmesine ilişkin akdin varlığını 6100 s.HMK.mad.200 gereği yazılı belge ile ispatla yükümlüdür.
Şekle bağlı olmaksızın yapılan akdin varlığında uyuşmazlık çıktığı takdirde, akdi inkar eden tarafa karşı, akdin varlığını iddia eden taraf MK.6.maddesi hükmünce bu iddiasını ispat hukuku yönünden HMK.200 ve devamı hükümlerindeki koşullarla ispatlamak zorundadır. Bu ifadeyi biraz daha açmak gerekirse, bir inşaat yapımını sözlü bir akitle üstlenen müteahit, yaptığı inşaatın bedelini ödemeyen ve akdi bir ilişkiyi de inkar eden iş sahibi karşısında, yaptığı işin değeri 2500 TL’yi geçtiği takdirde, kural olarak inşaatı kendisinin yaptığına ve aralarında bir sözleşme bulunduğuna dair ŞAHİT DİNLETEMEZ; iddiasını ancak yazılı bir belgeyle veya karşı tarafa teklif edeceği yemin ile ispatlayabilir. Görülüyor ki, inşaat sözleşmeleri şekle bağlı değilse de taraflardan birinin inkarı halinde varlığının ispatı usul hukukundaki kurallara göre mümkündür. (Yargıtay 15.HD’nin 3.10.1994 tarih, 984/1631-3265 sayılı kararı). (Yargıtay 19.HD. Onursal Başkanı Cengiz KOSTAKOĞLU, İçtihatlı İnşaat Hukuku ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmeleri, 9.Baskı, İSTANBUL 2015, s.21.). Dolayısıylatek başına fatura gönderilmesi sözleşme ilişkisinin varlığını kanıtlamaya yetmez (Yargıtay Üyesi Mahmut COŞKUN, İnşaat Sözleşmelerinden Kaynaklanan Davalar, I.Baskı, ANKARA 2017, s.114.).
Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 18.02.1992 Tarihli 1991/3700 Esas 1992/695 Karar;
“Özü: Akdi ilişkinin inkarı halinde, davacının akdin varlığını yasal koşullara göre kanıtlaması gerekir. (6100 S.HMK.mad.200)
…Davacı taraf, davalı ile aralarındaki ilişkinin eser sözleşmesi olduğunu iddia etmesine karşın, davalı bu ilişkinin eser olmayıp, HİZMET SÖZLEŞMESİ OLDUĞUNU ve davacının inşaatta işçi olarak çalıştığını savunmuştur. Davacının akdi ilişkinin eser sözleşmesi olduğunu HUMK’un 288 ve müteakip maddeleri uyarınca kanıtlaması gerekir. Oysa davacı, bu konuda yazılı sözleşme ibraz edememiştir. Davalı taraf TANIK DİNLENMESİNE KARŞI KOYDUĞUNDAN TANIK DİNLENMESİ DE MÜMKÜN DEĞİLDİR.” (KOSTAKOĞLU, s.609.).
Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 11.11.1986 Tarihli 986/2831-3756 sayılı kararında;
“…Davacı, davalı ile yapılan sözlü eser sözleşmesine istinaden alacaklı bulunduğunu iddia etmiştir. Davalı ise, aralarında eser sözleşmesi bulunmadığını, inşaatta işçi olarak çalıştığını ve ücretini ödediğini savunmuştur. İnşaat sözleşmesi yazılı şekle tabi akitlerden bulunmamakla beraber, ispat yönünden yazılı belge aranmaktadır. HUMK 289.maddesinde 288.madde uyarınca (halen yürürlükte olan 6100 sayılı HMK’nun 200.maddesi) senetle ispatı gereken hususlarda yukarıdaki hükümler hatırlatılarak KARŞI TARAFIN AÇIK MUVAFAKATI HALİNDE TANIK DİNLENEBİLEBİLİR denilmektedir. Davacı iddiasını tanık vs delillerle ispat etmek istediğine göre, mahkemece yukarıdaki madde gereki davalıya hatırlatma yapılarak açık rızası halinde tanık dinlenmesi gerekirken buna riayet edilmemiş olması usul hükümlerine aykırıdır.” (KOSTAKOĞLU, s.23.).
Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 8.7.1992 Tarihli 1992/2995 Esas 1992/3708 Karar;
“Özü: Akdi ilişki, inkarı halinde yazılı delille veya yemin delili ile kanıtlanabilir.
…Davalı, sözleşme ilişkisini kabul etmemiştir. …Oysa ki davalı akdi ilişkiyi kabul etmediğini; çekin de sebepten ari ödeme vasıtası olduğuna göre, davacı iddiasını yasal delillerle kanıtlamak zorundadır. Dosyada yanlar arasında sözleşme ilişkisinin varlığını kanıtlayan bir delil mevcut değildir. Bu sebeple dava reddedilmelidir.” (KOSTAKOĞLU, s.46.).
Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 23.9.1991 Tarihli 1991/1336-4266 sayılı kararı;
“Özü: İnşaat hukukunda akdi ilişkinin usulüne uygun ispatı gerekir. Muvafakat dışında dinlenen tanıklara değer verilemez.
…Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davalıya ait binaların boya ve badana yapımı işinden kaynaklanmaktadır. Davalı, davacı ile bu konuda hiçbir sözleşme yapmadığını savunmuştur. O halde, davacı, sözleşme ilişkisini kanıtlamak zorundadır. Davacı 12.12.1988 günlü dilekçe ile bu konuda şahit ikame etmiştir. Ne var ki, davalının gösterilen belli şahitlerin dinlenmesine açık muvafakatı yoktur. Bu durumda olayda şahit dinlenemez ve dinlenmiş tanık beyanlarına da değer verilemez. Ancak davacı, dava dilekçesinin deliller bölümünde “vs.yasal kanıtlar” demek suretiyle yemin deliline de dayandığından mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatarak hasıl olacak sonuca uygun karar vermesi gerekirken, tanık beyanlarına dayanarak sözleşme ilişkisini kabul etmesi yasaya aykırı olup karar bozulmalıdır.” (KOSTAKOĞLU, s.52-53.).
Eser sözleşmelerinde yapılan icabın kabulü ile akit oluşur. Ancak, icapta bulunan tarafın koşulları haricinde yeni şartlarla teklifte bulunulması ya da bu icaba karşı kabul beyanında bulunulmaması halinde rızaların birleştiğinden söz edilemez. Bu olasılıkta ortada eser sözleşmesine ilişkin bir akit yoktur. Zira tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler, tarafların sözleşmenin esaslı unsurlarını içeren karşılıklı icap ve kabul beyanları ile kurulur. Bu husus eser sözleşmeleri için de geçerlidir. Yargıtay uygulamasında da benzer görüş mevcuttur;
Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 19.2.1990 Tarihli 1989/5255 Esas 1990/679 Karar;
“Özü: Yapılan icabın kabulü ile akit oluşur. Ancak, icapta bulunan tarafın koşulları haricinde yeni şartlarla teklifte bulunulması sonucu rızaların birleşmediği yerde akit yoktur. …Burada ortaya çıkan durum, sözleşmenin herhangi bir nedenle geçersizliği ya da feshi olmayıp, başından beri kurulmamış (vücut bulmamış) bir akit ile ilgilidir.” (KOSTAKOĞLU, s.44.).
Eser sözleşmelerinde eser, mevcut noksanları ile objektif ölçüler içinde kullanılabilir durumda olmadıkça hukuki anlamda tesliminden söz edilemez. Teslimi gerçekleştirilmeyen eser nedeniyle de iş sahibi ayıp ihbarı ile yükümlü tutulamaz. Müteahit, yapmayı üstlendiği inşaatı kural olarak sözleşmedeki koşullara uygun, ayıpsız ve noksansız tamamlayarak teslim etmekle yükümlüdür. Sözleşmedeki edim borcu, inşaatın ayıpsız ve noksansız teslimi ile ifa edilmiş olur. Yargıtay 15.HD’si 13.11.1984 T. 1984/1074 -3475 sayılı kararında aynen, “Kural olarak inşa edilecek bir eser tamamen bittikten sonra teslim edilebilir. (H.Tandoğan – Borçlar Hukuk Cilt II.sah.73). Ayıba karşı tekeffül borcu da eserin fiilen ve tamamen gerçekleşmesi halinde söz konusu olabilir. Aynı doğrultuda olmak üzere, gerek Yargıtay gerekse İsviçre Federal Mahkemesi henüz tamamlanmamış yahut noksan bir eserin teslim ve tesellümünden söz edilemeyeceğini kabul etmiştir. (EGE. 25.11.967, 94.11.161, H.Tandoğan AGE s.h.73. dipnot 143 ve Yg.15.HD. 7.4.975 T. 3012-1891 sayılı karar). O halde yalnız tamamlanmış olan eser teslim borcunun konusunu oluşturabilir. Tamamlanma olgusu ise, eserin objektif ölçüler içinde amaca uygun olarak kullanılabilir durumda olduğunun saptanması ile ortaya çıkar. (KOSTAKOĞLU, s.578.).
Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 17.11.1986 Tarihli 1986/830 Esas 1986/3860 Karar;
“Özü: İnşaatın mevcut noksanları ile objektif ölçüler içinde kullanılabilir durumda olmadıkça hukuki anlamda tesliminden söz edilemez.
…Kural olarak imar ve inşa edilecek bir eser, ancak tamamı bittikten sonra teslim edilebilir. Ayıba karşı tekeffül borcu da eserin fiilen ve tamamen tesliminin gerçekleşmesi halinde söz konusu olabilir. Teslimin yapılmış sayılması, sözleşmede kararlaştırılan bütün işleri bitirilmiş ve icra edilmiş olması anlamına geldiği, henüz tamamlanmamış bir eserin teslim ve tesellümünden söz edilemeyeceği, gerek yargıtay, gerekse İsviçre Federal Mahkemesi kararlarıyla kabul edilmiştir.
Buna göre bir eserin tamamlanmış olması, eserin objektif ölçüler içinde amaca uygun olarak kullanılabilir durumda bulunduğunun saptanmasıyla mümkündür. YÜKLENİCİ BUNU GERÇEKLEŞTİRMEDİĞİ SÜRECE, İŞVEREN AYIP İHBARI İLE YÜKÜMLÜ TUTULMAZ. Diğer bir deyimle, işveren eseri hukuki ve fiili anlamda tamamlayıp teslim etmedikçe, ayıpların ihbar yükümlülüğünden yararlanamaz.” (KOSTAKOĞLU, s.622.).
Eser sözleşmelerinde noksan olarak terkedilen esere, iş sahibinin el koyması teslim sayılmaz. Geçerli bir teslim olmadığından iş sahibinin ayıp bildiriminde bulunma yükümlülüğü de yoktur. Nitekim eser sözleşmelerinde teslim, işin tamamlanmış haliyle mümkündür. Noksan olan işin, tesliminden söz edilemez. Teslim olgusu, sözleşme ile kararlaştırılan işin tamamlanmış ve amacına uygun kullanılabilir şekilde iş sahibinin hakimiyetine, diğer bir anlatımla zilyetliğine verilmesidir. (KOSTAKOĞLU, s.577.).
Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 23.09.1986 Tarihli 1986/432 Esas 1986/2970 Karar;
“Özü: Noksan olarak terkedilen inşaata, iş sahibinin el koyması teslim sayılmaz.
…Taraflar arasında akdedilen sözleşmeye göre, davacı işi anahtar teslimi, 4.500 TL m2 birim fiyatla, ayrıca 3000 – 4500 TL m2 temel fakı ödemesi koşulu ile yüklenmiş ve yapılan bilirkişi incelemesine göre 100 m2lik inşaat natamam olarak terkedilmiştir. Bu durumdaki inşaata tamamlanmak üzere davalı tarafından el konulması, haklarından vazgeçerek teslim alma şeklinde yorumlanamaz.” (KOSTAKOĞLU, s.623-624.).
Türk Borçlar Kanununun “Bedelin muacceliyeti” başlıklı 479’uncu maddesinde; “İş sahibinin bedel ödeme borcu, eserin teslimi anında muaccel olur.” hükmü amirdir. TBK. 479. maddede yer alan “iş sahibinin bedel ödeme borcu, eserin teslimi anında muaccel olur” tümcesinden amaç, taraflar aksi kararlaştırılmış olmadıkça yüklenicinin kural olarak teslimden önce iş bedelinin ödenmesini isteyemeyeceğini belirtmektir. Bu kapsamda yüklenici tarafından eser teslim edilmelidir ki, yüklenicinin bedel isteme hakkı doğmuş olsun.
Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 28.05.2019; 2019/2559 sayılı kararında; “6098 Sayılı TBK’nın 479/I. maddesi hükümleri gereğince arsa sahibinin tapu devri BORCU ESERİN TESLİMİ İLE MUACCEL OLACAĞINDAN, asıl davada davacı yüklenicinin sözleşmede kararlaştırılan bağımsız bölümler ya da tapu payına veya satılmış olması halinde bedeline hak kazanabilmesi için sözleşme ve eklerine tasdikli projesi, yapı ruhsatı ile imar mevzuatına uygun olarak inşaatı tamamlayıp arsa sahibine ait bağımsız bölümleri teslim etmiş olması gerekir.’’ şeklinde hüküm tesis etmiştir.
Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 15.04.2019; 2019/1737 sayılı kararında “…6098 Sayılı TBK’nın 479/I. maddesi hükmünce arsa sahibinin ( İŞ SAHİBİNİN ) BEDEL ÖDEME BORCU ESERİN TESLİMİ ANINDA İSTENEBİLİR OLACAĞINDAN davacı yüklenicinin sözleşmede kararlaştırılan tapu payları ve bağımsız bölümlere hak kazanabilmesi için inşaatı sözleşme ve ekleri, yapı ruhsatı, tasdikli projeleri ile imar düzenlemesi ve mevzuatı hükümlerine uygun olarak tamamlayıp, arsa sahibine ait bağımsız bölümleri teslim etmesi zorunludur.’’ şeklinde hüküm tesis etmiştir. (Aynı yönde Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 15.04.2019; 2019/1737 sayılı kararı; TURGUT Öz, İnşaat Sözleşmesi ve İlgili Mevzuat, s. 132. İSTANBUL, 2016).
SONUÇ OLARAK; Eser sözleşmelerinde ayıp ihbarının yapılması şekle tabi olmayıp her türlü delille hatta tanık beyanıyla dahi kanıtlanması mümkündür. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.243 kapsamında ayıba dair ihbar yapıldığı hakkında bilgi ve görgü sahibi tanıklar keşif mahalinde hazır bulundurularak dinletilebilir.Yargıtay’ın da istikrar kazanan içtihatlarında ayıp ihbarının tanık sözleriyle de kanıtlanabileceği kabul edilmektedir. Uygulamada eserin sadece fiilen teslim alınması (zilyetliğin iş sahibine geçmiş olması) eserin kesinlikle kabul edildiği anlamına gelmeyecektir. Zira, eserin kabulünde aranan irade açıklaması unsuruna karşılık, teslim almada iş sahibinin teslimin hukuki sonuçlarına yönelik özel bir teslim alma iradesinin bulunmasına gerek yoktur. Türk Ticaret Kanunu’nun 23.maddesinde düzenlenen 2 ve 8 günlük ayıp ihbar süreleri eser sözleşmelerini ilgilendirmeyip yalnızca satım sözleşmelerinde uygulanmaktadır. Başka bir anlatımla, TTK.’nın 25. Maddesinin eser sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda uygulama yeri yoktur. TBK.md.478’de belirtilen zamanaşımı süresi içerisinde dava dilediği zaman açılabilen bir dava türüdür. Eserin ayıplı olması halinde; iş sahibi, süresi içerisinde ayıp ihbarında bulunması şartıyla, sözleşme ve dava tarihinde yürürlükte bulunan Türk Borçlar Kanunu’nun 475. maddesinde sayılan seçimlik haklarından birisini kullanabilir. Bu hakkın kullanması için iş sahibi ayrı bir dava açılabileceği gibi, yüklenici tarafından aleyhine açılmış olan bir davada bu hususu def’i olarak da ileri sürebilir. Tüm bu hususlarla birlikte taraflar arasında eser sözleşmesi bulunduğuna dair iddia tanıkla ispatlanamaz. İddia eden taraf eser sözleşmesine ilişkin akdin varlığını 6100 s.HMK.mad.200 gereği yazılı belge ile ispatla yükümlüdür. Eser sözleşmelerinde eser, mevcut noksanları ile objektif ölçüler içinde kullanılabilir durumda olmadıkça hukuki anlamda tesliminden söz edilemez. Teslimi gerçekleştirilmeyen eser nedeniyle de iş sahibi ayıp ihbarı ile yükümlü tutulamaz. Eser sözleşmelerinde noksan olarak terkedilen esere, iş sahibinin el koyması teslim sayılmaz. Geçerli bir teslim olmadığından iş sahibinin ayıp bildiriminde bulunma yükümlülüğü de yoktur.