Türkiye Körler Federasyonu Başkanı Av. Turhan İçli’yle gerçekleştirdiğimiz sohbetimizde engelli bireylerin hak mücadelesinin tarihi gelişimini, taleplerini ve hepimizi etkisi altına alan pandeminin engelli bireylere olan etkisini konuştuk. Adalet sistemine erişimin engelli bireyler ve avukatlar açısından zorluğunu İçli’den dinledik. Bu röportajımızla eğitimin engelleri kaldıracağını bir kez daha vurguluyoruz.
Sayın İçli, Şartnamelerde Erişilebilirlik Şart başlığıyla bir kampanya başlatılmış durumda. Engellilerin erişilebilirliğini artırmak adına Kamu İhale Kanunu’nda ne şekilde değişiklikler yapılmasını önerirsiniz?
İlkel toplumlardan beri toplumun engellilere ilk yaklaşımı engellileri dışlamak, ötekileştirmek, hatta eski dönemlerde öldürmek… Çok sonra 20. yüzyılda iki büyük savaşın ardından cephelere giden birçok insan sakatlanınca rehabilitasyon yöntemleri ortaya çıkıyor. Hak düzeyinde ele alınması ise 1970’lerden sonra ele alınıyor, yarım yüzyıllık bir tarihi var.
1989 yılında öğretmenlik sınavına girdim ve kazandım. Atamamın yapıldığı okula gittiğimdeyse körlerin öğretmen olamayacağı, buna dair bir yönetmelik olduğu söylendi bana. Gerçekten o dönem Öğretmenlerin Atama ve Yerleştirme Yönetmeliği, diye bir yönetmelik vardı. O yönetmeliğin kendi ifadesine göre; körler, sağırlar, şaşılar, çolaklar, topallar, kamburlar ve bulaşıcı keller öğretmen olamaz. Tabii ki benim atamamı da yapmadılar. Ben de o yönetmeliğin iptali için Danıştay’a başvurdum.
Başvurumda BM’nin 1993 yılında oy birliğiyle kabul ettiği ‘sakatlar için fırsat eşitliği konusunda standart kurallar’ adını taşıyan tavsiye niteliğindeki kararından yola çıkarak eğitim hakkına ve eşitlik ilkesine dayandım. Ayrımcılık yapamazsınız, diğer insanlar nasıl öğretmen olabiliyorsa engelliler de öğretmen olabilirler. Danıştay’ın 6. Dairesi sonuçta talebimi kabul etti ve o yönetmeliği 10. maddeye, eşitlik ilkesine dayanarak yönetmeliği iptal etti. Gerekçesinde ise BM’nin tavsiye kararına dayanarak bu davada karar alınmasını sağlayamazsınız, ülkeler buna uymak zorunda değil, dedi.
Peki BM’nin hangi kararları bağlayıcıdır? Uluslar arası bir sözleşme haline gelmesi, BM tarafından imzaya açılması ve bunu imzalayan ülkelerin iç hukuk metni haline getirmesi gerektiğini orada öğrendik. Ben bunu nasıl sağlarız, diye fırsat kolluyordum. 1996 yılında Toronto’da Dünya Körler Birliği’nin Genel Kurulu vardı, bütün BM’ye bağlı ülkelerin kör örgütleri orada bir araya geldi. O genel kurulda ilk defa biz Türkiyeli körler olarak bu konuyu gündeme getirdik. Biz dedik ki “Sakatlar için fırsat eşitliği noktasında BM’nin standart kurallar belgesini bir sözleşme formatına kavuşturalım ve bunu BM Genel Sekreterliği’ne sunalım. Bunu gündemlerine alsınlar ve bir uluslar arası sözleşme metni haline getirilsin.”. Bu karar önerisi orada oy birliğiyle kabul edildi ve bu teklif BM Genel Sekreterliğine sunuldu ve bu talebimiz kabul gördü. Tabii BM mekanizması ağır işleyen bir mekanizma. 1997 yılında sunulduğu halde BM, 2000 yılında gündemine alabildi. 2006 yılına kadar çeşitli kıtalarda BM’nin düzenlediği konferanslar yapıldı. Bu konferanslara çok sayıda engelli sivil toplum örgütü de katıldı. Biz de birçoğuna katıldık ve burada bir sözleşme taslağı tartışıldı. Sonuçta bu taslak 2005 yılında tamamlandı, sözleşme 13 Aralık 2006 tarihinde BM genel kurulunda kabul edildi ve 30 Mart 2007’de imzaya açıldı. Türkiye ilk imzalayanlar arasına girdi. Bir sözleşmeyi imzalamak yetmiyor, onu yasama organından geçirerek onaylayarak bir kanunda yürürlüğe koymak gerekiyor. Süreç işletildi ve 28 Ekim 2009 tarihinde bu sözleşme Türkiye’de bir iç hukuk metni haline geldi. Anayasa’nın 90. Maddesi diyor ki; eğer bir iç hukuk metniyle uluslar arası bir sözleşme hükmü çelişirse uluslar arası sözleşme hükmü uygulanır. Uluslar arası sözleşmenin Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülemiyor. Dolayısıyla biz haklarımızı ararken kanunlarda bizi destekleyen hükümler olmasa dahi artık bu uluslar arası sözleşmeye dayanabiliyoruz.
BM’ye bir sözleşmenin teklifiyle BM’de kabulü arasında en az 15-20 yıl oluyor. Bu sözleşmeyse 2000 yılında BM’nin gündemine alındı ve 6 yılda kabul edildi. Ayrıca hazırlık sürecinde 7 kıtada düzenlenen toplantılarda sivil toplum örgütlerinin yoğun katılım gösterdi ve önerileri kabul gördü. Bu nedenlerle bu sözleşme bizzat sivil toplum örgütlerinin mücadelesinin ürünü olan ve BM’nin gündemine getirilmiş ve en hızlı şekilde sonuçlandırılmış çok önemli bir sözleşme.
Aynı zamanda Engelli Hakları Sözleşmesi yeni kavramlar getiren yenilikçi bir sözleşme. Bu kavramlardan ilki evrensel tasarım. Sözleşmedeki tanıma göre evrensel tasarım; bilginin, çevrenin, hizmetlerin, ürünlerin, programların herkesin kullanabileceği şekilde tasarlanmasıdır. Bu yeni bir ufuk açıyor. Bu tanıma göre evrensel tasarım ilkesine uygun bir ürün herkesin kullanacağı bir ürün demek. Örneğin görme engelli biri bulaşık makinesini kullanırken programları nasıl ayarlayacak? Ona uygun bir ürün yapacaksın, sesli bir versiyon olabilir veya kabartma bir rehber konulabilir vs. O ürünü görme engellinin durumuna uyarlayacaksın, o ürünü tasarlarken bunu da düşüneceksin. Bu ürünü tasarlarken pek çok insan çeşidinin gereksinimlerine göre düşüneceksin ve tasarlayacaksın. Bunu ölçek olarak biraz daha genişletecek olursak kentin içerisinde yaşayan herkesin engellinin, engelli olmayanın, çocuğun, yaşlının, gencin, kadının, erkeğin yaşayacağı bir kent olacağı için bunların gereksinimlerine uygun bir kent yapacaksın. Örneğin bir kaldırımı tasarlarken çocuğunu bebek arabasıyla taşıyan bir anneyi de düşüneceksin.
Evrensel tasarım ilkesinin bir alt kavramı da erişilebilirlik, sözleşmenin 9. maddesinde tanımlanıyor. Haklara, hizmetlere, mallara, eğitime, sağlığa, istihdama yani her şeye erişim… Sen eğer bir kişiye bir hakkı veriyorsan, fakat erişilebilir kılmamışsan o hakkın hiçbir değeri yok. Seyahat hakkını verdin ama nasıl? Ben o seyahat araçlarına, toplu taşıma araçlarına binemiyorsam seyahat hakkımı kullanamam. Bu nedenle bir hakkı tanırken o hakkın erişilebilirliğini de tanımlaman gerekir. Engelli Hakları Sözleşmesinin yaptığı temsil ettiği kitleye insan haklarını uyarlamaktan ve uygulanabilir hale getirmekten ibaret. Bu sözleşme, bütün insan haklarını erişilebilirlik açısından tekrar tanımlıyor. Yoksa engellilerin, kadınların, çocukların ayrı ayrı hakları yok, insan hakları herkes içindir.
Bağımsız hareket sözleşmenin 19. maddesinde düzenlenen ayrı bir hak. Bir engellinin bağımsız hareket edebilmesi; evinden çıktığı andan itibaren kimsenin yardımını istemeden, istediği yere ulaşabilmesi demektir. Bu sözleşme, bu hakkı temin edebilmek için devletlerin alması gereken önlemler silsilesini içeriyor. Bu doğrultuda sözleşmenin yenilikçi kavramlarından bir diğeri de makul düzenlemedir. Makul düzenleme; çok aşırı bir yük getirmeden, bir şeyi engellilerin kullanımına uygun hale getirerek, engellilerle engelli olmayanlar arasındaki eşitsizliği kapatmaya yönelik önlemleri ifade ediyor. Örneğin bedensel engelli birinin giremeyeceği bir binaya rampa koyman gerekir veya asansörü yaparken bir tekerlekli sandalyenin de girebileceği şekilde yapacaksın. Yine bir asansör yaparken görme engellinin de onu kullanacağını düşünerek sesli asansör yapacaksın.
Şimdi biz bu erişilebilirlik meselesini nasıl sağlayacağız? Örneğin görme engelli kadınlar bundan 5-6 yıl önce Arçelik ve Vestel’e yönelik kampanya yaptılar. Tüm ürünlerin görme engellilerin de kullanabileceği şekilde düzenlenmesini talep ettiler.. Kampanya çok başarılı olup, kısa sürede 70-80 bin imzaya ulaşınca Arçelik kampanyayı yürüten arkadaşlarla iletişime geçti ve biz bunu yapmak isteriz dedi. Bir dizi toplantının ardından akıllı telefonlar için bir program yazdılar. Bu kampanya başarılı olunca ikinci bir kampanyayı LC Waikiki’ye karşı yaptılar. Mağazalarda alışveriş yapabilmek için renk tanımlayıcı bir program geliştirmesini talep ettiler, LC Waikiki buna duyarlı davrandı ve akıllı telefonlar için bir program geliştirdiler.
Kampanyalar sonucu bunu sadece bir firma yaptı ama aynı alandaki öteki firmalar bunu devam ettirmediler. Bu nedenle biz de bunu biraz daha genişletelim, dedik. Şartnamelerde Erişilebilirlik Şart kampanyasının amacı Kamu İhale Kurumunun mevzuatında özellikle 12. maddesine erişilebilirlik şartının konulmasını istiyoruz. Kamu İhale Kurumu mevzuatında değişiklik yapılarak ihalelerde erişilebilirliğin zorunluluk haline gelmesini, herkesin erişimine uygun ürün üretilmesini istiyoruz. İhaleye girmek için nasıl yeterlilik belgeleri istiyorlarsa erişilebilirlik de ihale şartı olsun. En azından kamu kurumlarında erişilebilirliği bu sayede sağlamış olacağız. Bunu özel sektörü de hesaba katarak yaygınlaştırmak istiyoruz. Bu amaçla da twitter çalışması yaptık. İlk sıralara girdi kampanya. Şimdi Kamu İhale Kurumuyla randevu alıp görüşeceğiz.
ABD’de 1973’ten beri kamu ihale kurumu şartnamelerinde erişilebilirlik şartı aranıyor. Avrupa Birliği de böyle bir standardı kabul etti. Aslında Türk Standartları Enstitüsünde de engellilere yönelik birçok standart tanımlandı. Öncelikle devlet kurumlarında bu standartların göz önünde bulundurulması ve bu standartlara uymayan ürünlerin alınmaması gerekiyor.
Kamu İhale Kanunu’nda yapılacak olan değişikliğin kamu sektöründe ve özel sektörde engelli haklarına olan duyarlılığı artıracağını düşünüyor musunuz?
Dikkat edecek olursak birçok hak ve düzenleme ilk önce zorunluluk olarak getiriliyor, cezai müeyyidelere de bağlanıyor. Nitekim TCK 122. maddesinde ayrımcılık yasağı düzenleniyor. biz mücadele ederek engellileri de ayrımcılık yasağı kapsamına aldırttık. Sonrasında zorunluluklar uygulanarak bir kültür haline, alışkanlık haline geliyor.
Bu tür şartnamelerde bu koşulun yer alması bir süre tepkilere yol açabilir ama zaman içerisinde o firmalar da uyum sağlamanın bir yolunu bulacaklardır. Bu süreçte eğitim, basın, hükümet bunu bir zorunluluktan çıkartıp kültür haline getirmeli. Belki 15-20 yıl sonra bu konu hiç konuşulmayacak, benimsenmiş olacak ve yaptırım söz konusu dahi olmayacak.
Örneğin birkaç sene önce ilaç firmalarına zorunluluk getirildi, ilacın ismini, dozajını kabartma olarak göstermeyen ilaçlara satış izni verilmiyor, kabartmalar hayatımızı çok kolaylaştırdı. Bu basit bir değişiklik ama bizim hayatımızdaki etkisi çok büyük. Otobüslerdeki seslendirme benim için çok önemli, öncesinde çok durak kaçırmışlığım olmuştur. Bu sayede hangi durağa geldiğimizi kimseye sormuyoruz, bu sayede kısmen bağımlılıktan kurtulmuş oluyoruz.
2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’la ilgili olarak ne düşünüyorsunuz? 2022 sayılı Kanun doğrultusunda aylık miktarının belirlenmesinde tüm hanenin gelirinin esas alınmasının engelli vatandaşlarımıza etkisi nedir? Bu durum engelli vatandaşlarımızın bakımlarını ve ekonomik özgürlüklerini ne şekilde etkiliyor?
2022 sayılı yasa 1970’li yıllarda çıktı. Bu yasaya göre yaşlılara, engellilere belirli kriterlere göre bir aylık ödeniyor. 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanununa göre de engellilere bakım hizmeti sunuluyor. 2013 yılında yeni bir düzenleme çıkarılarak bazı kısıtlamalar, kriterler getirildi. Aylığın bağlanmasının ve bakımın sağlanmasının 3 tane kriteri var.
Bu kritere göre ilk önce %40 ve üzerinde vücut fonksiyon kaybınız olmalı. İkinci olarak aile, hane içinde fert başına düşen gelirin, net asgari ücretin 1/3’ünün altında olması gerekiyor. Örneğin; 5 kişilik bir ailede bir tane engelli birey var, ailede bir kişi çalışıyor ve ayda 3000 tl para alıyor, ailenin tek geliri de bu olsun. Kişi başına bu durumda 600 TL düşüyor. Asgari ücretin 1/3’ü şu an 852 TL olduğu için bu kişiye aylık verilebilir ama diyelim ki hanede iki tane çalışan olsa aylık toplam gelir 6000 tl olsa, kişi başına 1200 TL düşüyor, bu kişiye aylık bağlanmıyor.
Bu gelirin bu şekilde hesaplanmasının birkaç sonucu var. Aileye giren gelirin fert başına düşen miktarının o engelli ferde verildiği ya da onun için harcandığı varsayılıyor, fakat Türkiye’de yaşayan ailelerin %80’i yoksul ya da orta halli. Bunların zaten gelirleri evin kirası, elektriği, suyu ve gıdasına bile yetmiyor. Engellilerin özel gereksinimlerini düşünmek zorundayız. Sanal bir durum var ortada, o para o engelli bireye harcanmıyor. Öncelikle gerçek değil, o sanal gelir engellinin payına düşmüyor. İkinci olarak da engelliyi aileye bağımlı hale getiriyor. Aileyle birlikte düşünüyorsun, aile içinde eritiyorsun ve görünmez hale getiriyorsun, itibarsızlaştırıyorsun. Engelli bağımsız bir birey, onun ailesiyle birlikte yaşama arzusu da olmayabilir. Kendisi bir eve taşınıp bağımsız yaşamak da isteyebilir. Sen niye engelliyi bir birey olarak kabul edip de ona göre hareket etmiyorsun? Engelliyi birey olarak kabul etmek demek, engellinin kendi gelirine göre bu aylığı vermek demektir.
Şu an öncelikle kriteri eleştiriyoruz ama bırakın asgari ücretin 1/3’ünün muhtaçlık sınırı olarak tanımlanmasını, bu sınır açlık sınırının dahi altında. Bu konuda da sorunlar var ama adım adım gitmek gerekiyor. Milyonlarca insan bu kriterleri geçemediği için hak kaybına uğruyor. Biz milyonları etkileyecek bir değişiklikten bahsediyoruz, devlet de bunu ek bir maliyet olarak görüyor.
Pandemi döneminde engellilerin erişilebilirlik, eğitim, sağlık, ekonomi ve istihdam alanlarındaki sorunları ne durumdadır? Özellikle pandemi döneminde özel gereksinimli çocukların eğitim ve sağlık hakkıyla ilgili yaşadıkları sorunlar nelerdir? Uzaktan eğitimin de imkansız olduğu bu gibi okulların özel olarak değerlendirilmesi yasal olarak mümkün müdür? Pandeminin sağlık ve ekonomiye olan etkilerinin yanı sıra herkesin eve kapanması, engellileri ve ailelerini nasıl etkiledi?
Engelliler bu salgın olmadan önce de toplumun en çok dışlanan, ihmal edilen ve mağduriyetlerle karşı karşıya olan kesimiydi. Covid salgını bunu birkaç kat daha artırdı, engeli olmayan nüfusa karşı engellileri çok daha fazla etkiledi.
Zaten Türkiye’de çalışabilir engelli işçilerin azami %10’u istihdam edilebiliyor. Şu an kamuda ve özel sektörde çalışan engelli sayısı 180.000 civarında. Oysa Türkiye’de nüfusun %12,.29’u engellilerden oluşuyor. Engelli nüfusun ise 1/5’i çalışabilir durumda, yaklaşık 1.800.000 civarında çalışma hayatına girebilecek engelli var. Bu çalışabilir engelli nüfusun %90’ı işsiz demek. Şu an covid sebebiyle arttı tabii ama 4-5 yıl önce toplumun işsizlik oranı %10-15 iken engelliler arasında işsizlik oranı %90 dolayındaydı. Bu dönemde özel sektör işten çıkarma yasağı olmasına rağmen engellileri işten çıkardı ya da ücretsiz izne çıkardı, ödeme yapmıyor. Dolayısıyla işsizlik engelliler arasında zaten vahimdi, pandemi döneminde daha da arttı.
Zaten eskiden beri eğitim alanında okullaşma oranı engeliler arasında çok düşük. 2-3 yıl öncesinde yaptığım hesaplamaya göre engellilerin %7.7’si okullara erişebiliyor, %90’dan fazlası cahil kalıyor, eğim olanağından faydalanamıyor. Nüfusun geri kalan kesiminde %90 okula erişme oranı varken, engelliler arasında okula erişemeyen nüfus %90’dan fazla… Birkaç sene önce yaptığımız hesaplamada ulusal gelirin 10.000’de 28’inden engelliler faydalanabiliyor. Nüfusun %12’si gelirin 10.000’de 28’inden faydalanabiliyor, aradaki adaletsizliğe bakın.
Mevcut eğitim kurumlarına giden engelliler uzun zamandır yüz yüze eğitim olmadığı için online eğitime katılmaya çalışıyor. Online eğitimde örneğin EBA, görme engelliler için uygun değil, o internet sitesine ben görme engelli olarak girdiğimde birçok sorunla karşılaşıyorum. Eğitimde Görme Engelliler Derneği’nin çabalarıyla orada birtakım düzeltmeler yaptılar, EBA kısmen erişilebilir hale getirildi. Bir de engellilerin birçoğu o bilgisayarlara sahip değiller, hangi kanaldan girecekler? Pahalı olduğu için bunları edinemiyorlar, özellikle işsizlik döneminde bütçeye bu kadar ağır bir yükü kaldıramıyor. Çocuğun bilgisayar alsa da onu kullanabilmesi lazım, dijital okuryazarlık veliler arasında da düşük. Bunlar bir yana ailenin engelli olmayan bireyleri varken engellilerin ihtiyaçları en sona kalıyor. Sonuç olarak uzaktan eğitim zorunluluğu ortaya çıkınca engellilerin büyük bir kısmı eğitimin dışına düştü.
Engelli olan ve olamayanların karma olarak eğitim gördüğü okullarda eğitim destek odaları olması gerekiyor ki engelli o odada özel saatlerde ders alsın, hocaları aracılığıyla yetişemediği programlara uyum sağlasın. Eğitim destek odaları kapandı bu süreçte. Zihinsel engelli ve otistik bireyler online eğitimle eğitim görebilecek durumda değiller. Onların sosyalleşmesi bizzat yüz yüze eğitimle mümkün. Yüz yüze eğitim olmayınca zihinsel engelli ve diğer ağır engelli bireylerde eğitim sürecinden tamamen kopma meydana geliyor. Sokağa çıkma yasakları ve sınırlamalarla birlikte o çocuk evde kalıyor, özellikle otizmli çocuklar ve zihinsel engelli çocukların aileleri çocukları açık havada dolaştırmaya çalışıyorlar. Evde çocuk bunaldıkça şiddet eğilimleri artıyor, bunaldıkça hırslarını aileden alıyorlar. Yasaklarda özgürce açık havaya çıkıp dolaşamıyorlar, okul mekanlarına, eğitim merkezlerine gidemiyorlar, çocuk evde kalıyor, bunalıyor ve şiddet eğilimi artıyor. Zaten bu süreçte aile içi şiddet de artmış durumda.
Pandemi döneminde esnek çalışmanın değerlendirilmesi gerekiyor. Biz 3 aşama savunduk pandemi döneminde. Bir görme engelli vatandaş toplu taşıma araçlarına bindiği zaman daha çok dokunsal algıyı kullandığı için risk oluşturuyor, çok fazla Covid bulaş riskiyle karşı karşıya gelme durumu oluyor. Bu nedenle bu toplu taşıma araçlarını kullanmayacağı şekilde özel servis vs ile iş yerlerine erişimlerinin sağlanması gerekiyor. Eğer bu mümkün değilse bilgisayarı etkin bir şekilde kullanma becerisine sahip olanlar uzaktan esnek çalışma biçimine tabi olsun. Hiçbiri olmuyorsa, mesleği buna uygun değilse, servis imkanı da yoksa riskin ağır olduğu dönemlerde idari izinli sayılsın dedik.
Adalete erişimde engelli vatandaşlarımızın karşılaştığı sorunlar nelerdir? Aynı zamanda özel sektörde engelli avukatların karşılaştığı sorunlar ve baroların müdahale alanları nelerdir, bu konuda Adalet Bakanlığı ve barolara önerileriniz nelerdir?
Meslektaşlarımızın yaptığı işlere göre ciddi sıkıntıları var. Örneğin bir duruşmada monitörden duruşmayı izliyorsun, ben izleyemiyorum. Duruşmaya katıldığım halde adımı zapta yazmamış oluyor. Ses çıkarmamışsam ya da özellikle ismimin yazılması için uyarmamışsam duruşma zaptına ismimin yazılması unutulabiliyor ve duruşmaya katılmamışım gibi muamele görebiliyorum.
Adliyelerimiz çok erişilebilir değil, çok fazla merdiven var. UYAP engellilere tam uygun değil erişilebilir değil. Her işimizi UYAP üzerinden göremiyoruz. Özellikle ceza hukuk alanında çalışan görme engelli meslektaşlarımız çok sıkıntı çekiyor. Gardiyanların elinde onlara bağımlı oluyorlar. Gardiyan başka bir avukata -herhangi bir engeli yoksa- “buyurun beyefendi”, “avukat bey” derken, siz engelliyseniz ve gardiyan sizi götürmek zorunda kalıyorsa sohbet şuna dönüyor “Sen ne zaman kör oldun bakalım?”. Diğerine siz diye hitap ederken, yardım ettiği için bana “sen” diye hitap ediyor. Gardiyanları üzmeden, kaba davranmadan bunları anlatmanın yolunu zamanla buluyoruz ama bizim gardiyanların eline kalmamamız gerekiyordu, ben oraya sekreterimi ya da bilgisayarımı götürebilmeliyim.
Diyelim ki müvekkilim okuma yazması olmayan, bana not almada yardımcı olamayacak biri, bir de avukat görüşmeye geldiğinde avukat yerine not almak zorunda değil. Not alamıyorsunuz. Ben Türkiye’nin çeşitli yerlerini gördüğümden Hatay’ından tutun İzmir’e, Edirne’ye, Silivri’ye bu sıkıntıları daha sık yaşadım. Zaman zaman bunları çözmek için yollar geliştiriyoruz ama kalıcı bir hale gelmedi.
Genellikle görme engelli avukat arkadaşlara, kendilerini daha önce tanıyan birileri bir dava vermiş oluyor. Davayı kazanıp da kendini kanıtlamışsa öyle öyle kendini geliştirebiliyor.. Bir firmayı almak istediğinde firma düşünüyor Türkiye’de on binlerce avukat var, ben niye görme engelli bir avukatla çalışayım da işimi güçleştireyim? Birçok Avrupa ülkesinde kamuoyundaki ön yargılar bilindiği, görme engelli avukatlar dezavantajlı durumda olduğu ve daha çok masraf yaptıkları için devlet onlara birtakım olanaklar sağlıyor, vergi muafiyeti, kira veya eleman desteği vb. Türkiye’de bunların hiçbiri olmadığı için Türkiye’de görme engelli bir avukat diğer avukatlar karşısında haksız rekabet koşullarını yaşıyor. Rekabete birkaç adım geriden başlıyor.
Dosya incelemede UYAP işimizi kolaylatırdı ama yardımcımız olmadan tam kullanamıyoruz. Eskiden daha zordu, eğer yardımcınla gitmişsen saatlerce bir köşede dosyadan inceliyordun, yardımcınla gitmemişsen görevlilerden destek istiyordun.
Bedensel engelliler açısından adliyeler tam bir felaket, cezaevleri mümkün değil. Orada bedensel engelli bir avukatın bağımsız hareket etmesi imkansız. Tahminimce engelli avukatlar bu açıdan ceza avukatlığına da çok yaklaşmıyorlar.
Sonuç olarak her şeyden önce bir birey olan engellilerin talepleri nelerdir?
Genel olarak 4 temel talebimiz var. Eşitlik, herkesle her bakımından, bağımsız olmak istiyoruz. İlla toplumsal dayanışma olacak, kastettiğimiz bu değil. Bizimki bağımlılık oluyor. Engelli olmayan biri bunun önemini anlayamaz. Ayrımcılık yasağının yaygınlaştırılmasını ve böyle bir kültürel bilincin oluşmasını, son olarak da karar alma süreçlerinde etkin olarak yer almak istiyoruz. Erişilebilir bir Türkiye, erişilebilir kentler, hizmetler, ürünler istiyoruz.
Özel olarak ise bütün eğitim kurumlarının engellilerin ulaşımına uygun hale getirilmesi gerekir ki engellilerin eğitim oranı artsın. Engellilerin eğitim sürecinde çektiği sıkıntılar sadece eğitimden kaynaklanmıyor. Türkiye’de körler okulunun bulunduğunu kaç aile bilir? Ben 11 yaşında kaza geçirdim ve kör oldum. 1 sene körler okulunun varlığını bilmediğim için 1 sene kaybettik Ankara ve Gaziantep’te iki tane vardı. 1 sene Gaziantep’te okudum sonra Ankara’ya geçtim. Ailelerin çoğunun körlerin eğitilebileceğinden, iş güç sahibi olabileceğinden, evlenip çocuk sahibi olabileceğinden haberleri yok. Ağırlıklı olarak taşradakiler çocuklarını koruma altına alıyorlar. En büyük sorun ailenin çocuğu koruma, kanatları altına alma sorunu, onun bağımsızlığını engelleyen, bağımlı hale getiren davranışları sevgi olarak adlandırıyor aile. Ailelerin bir kısmı ele güne karşı rezil olurum, beni yadırgarlar endişesiyle eğitim kurumlarını bilse dahi göndermiyor, bu kurumların büyük bir kısmı yatılıdır çünkü. Bir çocuğa mı bakamadın, derler diye de göndermeyenler oluyor.
Engelli çocuğu olan ailelere söyleyebileceğim en büyük şey konuyu araştırmaları, giderek engellilik konusunda danışabilecekleri merkezler var, bu tarz merkezler yaygınlaşıyor. Aileler özellikle Rehberlik ve Araştırma Merkezleri’ne (RAM) başvursunlar. Bu çocuğun nasıl bir eğitime ihtiyacı var ve nerelerde eğitilebilir, engelli çocuklara nasıl bakılır öğrensinler. Mutlaka ailelerin, çocuk bakım eğitiminden geçmesi gerekiyor, bunu talep etmeleri gerekiyor. Bunlar maalesef yaygın uygulamalar değil. Bu hizmetleri bilip erişmek isteyip de erişemeyen aileler var. Bu tarz merkezler daha çok büyük şehir ve yerlerde oluyor.
Engellilere ilişkin özel okullar var ama bunlar yetersiz. Şu an teşvik edilen bu özel eğitim okulları değil, karma eğitim kurumları. Karma eğitim demek, bütün çocukların gittiği okula gitmek demek, bütün okullar erişilebilir olacak ki o çocuklar o okullara gitsin. Okullarda o kadar çok merdiven, iniş-çıkış var ki bedensel engelli o okula nasıl gitsin? Her seferinde onu birileri mi taşıyacak? Eğitim materyallerinin görme engellilere uygun olması için Braille alfabesiyle veya sesli olması lazım. Bu okullarda destek odalarının olması gerekiyor. Okulların büyük bir kısmında destek odaları yok. Braille alfabesi bilen kaç öğretmen var? İstihdam alanında da maalesef çok büyük ayrımcılıklar var.
Çalışabilir engelli nüfusun ancak %10’u çalışma olanaklarına sahip. Halbuki pandemi koşullarında dahi çalışma koşullarına sahip en az %75-80 kişi var. Çeşitli meslekleri çeşitli engel grupları açısından yapılabilecek düzeye getirip, bu teknolojiyi getirirseniz ve o bilinci yaratırsanız bunu sağlarsınız. Örneğin NASA’da görme engelli mühendis ve doktor var. Bizde ne teknoloji ne de altyapı buna uygun değil, üniversite sınavları sırasında yayınlanan kılavuzlarda görme engelliler şu şu bölümleri seçmemeliler, seçerlerse kayıtları yapılmayacaktır yazıyor. Sen mi belirleyeceksin, yoksa onun yetenekleri mi belirleyecek okuyacağı bölümü? Sen önce bir o olanakları sağla.